Materyalizm kavramı çerçevesindeki çalışmalar Uİ’de iki ayrı kanaldan ilerlemektedir. Bunlardan birincisi yeni materyalizm (Coole ve Frost: 2010; Coole: 2013; Dolphijn ve van der Tuin: 2012; Joyce and Bennett: 2010), ikincisi ise tarihsel materyalizmdir (Yalvaç, 2017, 2018). Ben bu yazıda yeni materyalizm ile tarihsel materyalizm arasındaki ilişkiyi incelemek ve bunun Uİ’nin geleceği açısından ne anlama geldiğini irdelemek istiyorum.

Tarihsel materyalist yaklaşımlarda olduğu gibi yeni materyalizm de birçok toplum bilim dalını etkilemiştir. Ancak yeni materyalizm henüz gelişme aşamasında olduğu için daha az bilinmektedir. Yeni materyalizm Uİ’de posthumanizm (Cudworth ve Hobden, 2011, 2013, 2018), post-antroposentrizm (Kavalski: 2015; Bousquet, 2015) ve kompleksite teorisi (Kavalski, 2007; Cudworth ve Hobden, 1999) gibi farklı isimlerle bilinmektedir ve yoğun bir tartışma gündemi oluşturmaktadır. Kısaca ifade edecek olursak, yeni materyalizm doğa da dahil olmak üzere insan olmayan türlerin ve şeylerin Uİ açısından ne anlama geldiğini sorgulayan bir felsefedir. Yeni materyalist yaklaşımların özü bir inceleme nesnesi olarak insanı toplumbilimin merkezinden çıkarması, eko-sistemler ve insan olmayan doğa ile toplumsal sistemlerin karmaşık ilişkisini ön plana getirmesidir. Bu çok genel tanım içinde birçok farklı yeni materyalist yaklaşım mevcuttur. Ben bu yaklaşımları bir bütün olarak ele alıp daha spesifik bir soruna, yeni materyalizmin tarihsel materyalizm ilişkisine değineceğim. Bu çok az incelenmiş bir konudur ve yeni materyalistler genelde tarihsel materyalizm ile bir diyaloğa girmemektedir. Bu özellikle Uİ’de böyledir. Yeni materyalist anlayışın toplumsal eleştiri ve değişim açısından önemli savları bulunmaktadır ve her eleştirel düşüncenin bir şekilde yeni materyalizmin savlarıyla karşı karşıya gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Antroposentrik ya da insan merkezli temeller üzerine kurulmuş olan Uİ teorisi açısından da yeni materyalizmin tezleri büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede yazının ilk kısmında önce yeni materyalizmi tanıtacağım. Daha sonra tarihsel materyalizm ve yeni materyalizmin ilişkisine değineceğim. Son kısımda ise yeni materyalizm, tarihsel materyalizm ve Uİ teorisi arasındaki ilişkiyle ilgili bazı genel gözlemlerde bulunacağım.

Yeni Materyalizm Nedir?

Yeni Materyalizm adı üstünde yeni bir materyalizm ya da maddecilik/madde anlayışını ifade etmektedir. İlk önce şu gözlemi yapmak gerekir. Yeni materyalizm tek bir yaklaşım veya fikirden oluşmamaktadır. Lucretius, Hobbes, Spinoza, Marx ve Nietzsche gibi materyalist anlayışa sahip klasik düşünürlerden olduğu kadar birçok çağdaş düşünürün de görüşlerinin birleşiminden oluşmaktadır. Nitekim yeni materyalizm Deleuze ve Guattari’nin (1998) toplaşma (assamblage) kuramı, Bruno Latour ‘un (2005) aktör-ağ kuramı (ANT), Manuel DeLanda’nın (2006) toplaşma-etkileşim kuramı, Harman’ın (2010) spekülatif realizmi, Jane Bennett’in (2010) vital materyalizmi, Rosi Braidotti’nin (2011, 2013) neovitalist madde teorisi, Karen Barad’ın (2007) materyalist onto-epistemolojisi ve failsel realizmi gibi farklı düşünürlerin kuram ve kavramlarından oluşmaktadır.

Yeni materyalizmin bu yeni maddeci anlayışının özelliği her şeyin bir şekilde maddi etkileri olduğunu varsayan çok kapsamlı bir ontolojiyi ifade etmesidir.  Peki niye böyle bir ontolojiye gerek duyulmuştur? Bunun temel nedeni insanı rasyonel bir fail olarak tanımlayan hümanist Batı felsefesine olan tepkide yatmaktadır. Yeni materyalistlere göre Batı felsefesi onu yüceltme adı altında insanı ontolojik olarak hayatın tam merkezine koymuş, ancak bu sözde hümanizm insanın hem diğerlerine hem de doğaya hakimiyet kurması ile sonuçlanmıştır ki günümüzdeki küresel krizlerin temel nedeni budur. Öyle ise insanın çevresine hakimiyet kurma ve çevresini yıkma kapasitesinin “anti-humanist bir eleştirisi” gerekmekte (Fox and Alldred, 2018: 4), bu ise maddeye yeni bir bakış, farklı bir ontoloji ve yeni bir siyaset anlayışı gerektirmektedir.

Demek ki yeni materyalizmin madde anlayışının temelinde post-antroposentrik, post-humanist ya da insanı merkeze koymayan bir ontoloji bulunmaktadır.  Bu aşağıda göreceğimiz gibi tarihsel materyalist anlayıştan farklı bir madde tanımlaması içermekte, varlık zincirinin tanrı/insan/doğa veya insan/ hayvan/mineral şeklindeki hiyerarşik ontolojisi yerine, maddenin çok daha geniş olarak tanımlandığı ve bütün maddi, toplumsal ve soyut entitilerin birbirleriyle ilişki içinde olduğu yatay ya da “açık uçlu bir ontoloji” yi (Latour 1996: 238) ifade etmektedir. Yatay ontoloji anlayışı insan ve insan olmayan, toplumsal ve doğal arasında da bir simetri varsaymaktadır (Choat, 2018: 1031).

Yeni materyalistler maddenin bizzat kendisini failsel olarak ele alırlar. Fail artık belli bir varlık veya bilince tekabül etmemektedir; madde bizzat kendisi fail olarak vardır.  Bu Uİ’nin de temel sorunlarından biri olan insan mı, toplum mu, devlet mi sorusuna cevap arayan yapı-fail sorunsalından çok farklı bir yaklaşımdır. Bu anlayışta insan varlıkları failliği canlı cansız başka birçok aktörle beraber paylaşmaktadır. Yeni materyalistler failliğin ontolojikleşmesine (sadece belli şeylerin fail olarak görülmesi) karşı çıkmakta ve post-antroposentrik bir faillik kuramı geliştirmektedir. Örneğin Barad (1996, 2007) onto-epistemoloji kavramını ileri sürerek epistemoloji ve ontoloji arasındaki ayrımın da anlamsız olduğunu belirtir ve yaklaşımına da failsel realizm (failsel, epistemolojik yanı; realizm ontolojik yanı) adını vererek hem gözleyene hem de gözlenene faillik atfeder. Bu şekilde ontoloji-epistemoloji ayrımını eritir. Faillik niyetli ve rasyonel insan davranışından ziyade (Coole, 2013: 459; Hobden, 2015: 168-169) sonucu olan bir eylemde bulunan her şey için kullanılmaktadır. Failler yaratıcı ve Latour’un (2005) terimiyle kendi kendilerini örgütleyen aktant’lardır. Latour’a göre harekette bulunan, şeylere neden olan ve sonuçlar ortaya çıkaran her şey birer ‘actant’dır ki bu bir hayvan, bitki, mineral veya kimyevi bir madde olabilir. Bu da insan ve insan olmayan aktantlar arasında Barad’ın terimleriyle ‘iç-eylem’ (intra-action) (Barad 2007:33) ilişkisini ifade eder. Burada önemli olan bu nesnelerin hepsinin birer fail olması değil, fakat failliğin kendisinin bu karşılıklı iç-eylemlerin sonucu oluşmasıdır.

Yeni materyalizmin toplumsal değişim açısından önemli sonuçları bulunmaktadır. Bu konuda en ilginç görüşler Latour’a aittir. Latour’a göre (1988, 2004) hiçbir varlık onu başka bir gerçekliğe indirgeyerek (örneğin toplumu ekonomiye, devletler sistemini anarşik yapıya vb. gibi) açıklanamaz. İndirgenemezciliğin önemi toplumsal eleştiri ile ilgili sonuçlarındadır. Latour’a göre eleştiri ancak indirgemecilik söz konusu ise mümkün olabilir; yani bir şey ancak bir başka şeye atıfta bulunarak eleştirilebilir (Latour et.al, 2011: 27; Choat, 2018: 1042).  Bu ise bütün maddelerin bir etkileşim içinde olduğu görüşüyle bağdaşmaz. Bennett’e göre de ‘şayet madde canlı ise, o zaman sadece özne ve nesneler arasındaki farklılık en aza inmiş olmaz, fakat her şeyin ortak maddiliğinin statüsü de yükseltilmiş olur’ (Bennett, 2010: 13) Bu ise ‘insanlar içinde iyi olan aydınlanmış veya genişletilmiş bir öz çıkar nosyonunu’ mümkün kılar zira ‘ağın bir bölümüne zarar vermek insanın kendisine zarar vermesi anlamına gelecektir’ (Ibid.: 13).  Chandler’in de işaret ettiği gibi insanın (ve diğer nesnelerin) özgürleşmesine ancak sözü geçen maddileşme süreçlerinin nasıl ortaya çıktığının anlaşılması ve ne ölçüde karmaşık yapılarla iç içe olduğunun farkında olunması ile ulaşılabilir (Chandler, 2013:6).

Yeni Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm

Tarihsel materyalizme gelince, madde ile ilgili tartışmalar tarihsel materyalizmin özüyle ilgili tartışmalardır ve Marksizm’in tarihini derinden etkilemiştir (Choat, 2018). Engels’in Doğanın Diyalektiği’nde (1873-83) (2015), Lenin’in Materyalizm ve Empirokritisizm (2001) kitaplarında ontolojik ya da temelci (foundational) diyebileceğimiz ve maddenin bir meta-özne olarak incelendiği bir materyalizm anlayışı bulunmaktadır. Engels’in maddeye özcü özellikler atfeden kozmolojik bir anlatısı bulunmaktadır. Lenin de insan zihnine yansıyan bir ontolojik materyalizm anlayışı ile hareket etmektedir. Doğacılığı benimsemekte, toplumun diyalektiğini doğanın diyalektiği gibi incelemektedir. Yansımacılık olarak bilinen bu ontoloji anlayışı 19. yüzyıldaki dinsel düşünceye karşı alternatif bir toplum bilimsel anlayış idi. Ancak daha sonraki Marksist tartışmalarda bu mekanistik materyalizm ve temelindeki pozitivist anlayış derinlemesine eleştirilmiştir. Örneğin Macar Marksist filozof Georg Lukács Toplumsal Varlığın Ontolojisi (1980)’nde bu konuyu ele almış, toplumsal varlık ile doğal varlık arasındaki farklılıklara vurgu yapmıştır. Lukács’a göre toplumsal varlık, emek gücünün ürünüdür ve insanın maddeyi belli amaçlar çerçevesinde dönüştürdüğü bir eylemi ifade eder. İş gücü doğadan türetilemeyecek yeni nesnellik biçimleri ortaya çıkarır ve bunlar aynen doğanın ürünleri gibi gerçektir (Lukacs 1980:3). Lukács diyalektik materyalizmi mekanik materyalizmden ayıranın insan emeğine olan bu vurgudan kaynaklandığını belirtir. Benzer biçimde birinci jenerasyon eleştirel kuramcılardan Adorno ve Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği’nde (2010) doğaya hâkim olma arayışını derinlemesine eleştirmiş, dünyada var olmaya ilişkin yeni bir etos geliştirmeye çalışmışlardır.

İlk bakışta yeni materyalizmin maddenin ön planda olduğu bir felsefe olarak tarihsel materyalizme yakın olduğu düşünülebilir. Ancak tam tersine yeni materyalistler tarihsel materyalizme açıkça karşı çıkarlar. Bu farklı madde tanımlarından kaynaklanmaktadır. Bir kere yeni materyalistlere göre madde etkileşimdeki her şeyi kapsamaktadır. Tarihsel materyalist anlayışta ise madde toplumsal ilişkiler bütünü içinde bir anlam ifade eder ve güç ilişkilerinden bağımsız düşünülemez. Choat’ın belirttiği gibi yeni materyalizmi tarihsel materyalizmden ayıran tarihsel materyalizmin insan-insan olmayan ilişkilerin tarihsel farklılığına dikkati çekmesi ve bunların nasıl güç ve mülkiyet ilişkileriyle iç içe olduğunu göstermesidir (Choat, 2018: 1035). Tarihsel materyalizm açısından madde tarihsel olarak ve güç ilişkileriyle olan etkileşimi sonunda çeşitlilik kazanır. Bu ise yeni materyalizmin farklılaşmamış, yatay ve karmaşık gerçekçiliğinden farklı olduğu kadar pozitivist, yansımacı ve belirlenimci tarihsel materyalizmden de farklıdır.

Tek başına nesnelerin maddiliği bir şey ifade etmez. Schmidt’in belirttiği gibi “Materyalist teorinin gerçek öznesi ve temeli maddenin soyut niteliği değil, fakat toplumsal pratiğin somut doğasıdır” (Schmidt 1971: 40). Praksis nesnelerin üretim ve kullanımlarının hangi maddi şartlarda ve ne amaçlarla yapılmış olduğunu ifade eder. Gerçekten de Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler (1845) ve Engels ile birlikte kaleme aldığı Alman İdeolojisi’ndeki (Marx ve Engels, 2003b) yazılarına baktığımız zaman, ontolojik bir madde anlayışından praksise yönelik bir maddecilik anlayışının başat olduğunu görürüz. Bu yazılarında Marx ve Engels maddeye doğrudan atıfta bulunmamakta hayatın koşullarının tümü maddi olarak nitelendirilmektedir (Marx ve Engels, 2003b: 25; Letow 2017: 114).  Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde (2003) altını çizdiği gibi “Feuerbach’inki de dahil olmak üzere şimdiye kadar var olan tüm materyalizmin başlıca eksiği, şeyin [Gegenstand], gerçekliğin, duyumsallığın duyusal insan faaliyeti, pratiği olarak değil, öznel olarak değil, yalnızca nesne [Objekt] ya da sezgi [Anschauung] olarak kavranmasıdır”.  Bir başka deyişle Marx’a göre bu tür materyalizm toplumsal gerçeği sadece düşünmekte, fakat toplumsal gerçekliği toplumsal pratik sonucu yeniden inşa edememektedir. Tarihsel materyalizmin amacı ise burjuva toplumumun eleştirisi ve dönüşümüdür: “Eski materyalizmin bakış açısı burjuva toplumdur, yeni materyalizmin ise insan toplumu, ya da toplumsallaşmış insanlıktır” (Marx, 1845). Ve Tezleri aşağıdaki şu ünlü cümlesiyle bitirir: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir” (Ibid.)

Tarihsel materyalist madde anlayışının yeni materyalizm ile ilişkisinin bir değerlendirilmesi açısından meta mübadelesi teorisi (Yalvaç, 2017) ve Marx’ın meta fetişizmi kavramı özellikle önemlidir. Meta fetişizmi metaların değişim değeri ve değiştirilebilme özelliklerinin insan emeğinin ürünü değil de bir metanın doğal bir özelliği gibi algılanmasıdır. Cotter’in (2016:177) de belirttiği gibi “şey gücü”, emek ürünlerinin kendi başlarına bir hayat kazandığıve üreticilerine karşı bir faillik kazandığı toplum yapısını doğallaştırmaktadır (Cotter, 2016: 177).  Bu şekilde toplumsal ilişkilerin ya da toplumsal ilişkilerin ürünü olan şeylerin onların evrensel özellikleri gibi alınmasına Marx meta fetişizmi adını verir (Marx, 1976: 163).  Bir başka deyişle meta fetişizmi nesneler arasındaki ilişkilerin toplumsal ilişkiler, insanlar arasındaki ilişkilerin ise nesneler arasındaki ilişkilere dönüştüğü bir toplumsal ortamı tanımlar. Meta biçiminin yaygınlaşması ise nesneler, aktörler ve eylemler arasında yeni ilişkiler ortaya çıkarır. Örneğin Marx meta biçiminde bir araya gelen birçok birliktelikten bahseder:

“Doğanın sağladığı maddelerin biçimini, kendisine yararlı olacak şekilde değiştirdiği gün gibi açıktır. Sözgelişi ağacın biçimi, masa yapılarak değiştirilir. Ama gene de masa, o alelade günlük şey olmakta, ağaç olmakta devam eder. Ne var ki, meta olarak ilk adımını atar atmaz, tamamen başka bir şey olur. Yalnız ayakları üzerinde yerde durmakla kalmaz, tüm öteki metalarla ilişki içerisinde amuda kalkar ve o ağaç beyninden ‘masa yürütmek’ten çok daha çarpıcı parlak fikirler saçar”. (Marx 1976: 76).

Bu şekilde Marx meta biçiminin nasıl belli ilişki ya da bağlantı biçimlerinin yoğun bir birleşmesinden oluştuğunu ortaya koyar. Bu da kanımca asamblaj fikrinin bir başka şekilde ifade edilişidir.

Yeni materyalizmin meta değişim süreci ile olan ilgisini şu şekilde ifade edebiliriz. Yeni materyalizm küreselleşme sürecindeki yeni maddilikleri gündeme getirerek ilk bakışta her şeye güç atfeden demokratik bir evrenselliği ve yeni bir siyaset anlayışını (Latour 2005) ifade edermiş gibi görünse de aslında geç kapitalizmin yoğunlaşmış değişim ekonomisine felsefi bir gerekçe sağlamaktadır. Tarihsel faillik, şimdi anonim, tarih ötesi ‘şeylerin’ güçlerine atfedilmekte, ‘değişim mantığı hayatın ontolojik koşulu’ olmaktadır (Corett 2016:172). Bir başka deyişle, kapitalizmin metalaşmış dünyasını ve eşitsizlik düzenini meşrulaştırmaktadır. White’ın belirttiği gibi yeni materyalizmin kapitalizmin sınıf çelişkilerini, şeylerin içkin gücüne bağlaması ideolojik bir saptırmadır (White, 2013: 670). Yeni materyalistlerin göz ardı ettiği şey ise bu maddilik dünyasının ancak işgücünün bir meta haline geldiği, diğer metalar gibi piyasada alınıp satılmasını mümkün kılan tarihsel ve toplumsal koşullar sayesinde mümkün olduğudur.

***

Uİ açısından yeni materyalizm ve tarihsel materyalizm arasındaki ilişki dikkate alındığında çok boyutlu bir denklem söz konusudur. Uİ açısından hem yeni materyalizm hem de tarihsel materyalist yaklaşımlar disiplinin yeniden inşasını içerecek iddiaları olan varsayımlara sahiptir. Yeni materyalist bir bakış açısından baktığımızda ortodoks Uİ çalışmalarının bir bütün olarak antroposentrik temeller üzerine kurulduğunu görürüz. Devlet, güvenlik ve insan davranışı gibi kavramlar insan merkezli varsayımlarla donatılmıştır. Diğer yandan tarihsel materyalist bir anlayıştan baktığımızda Uİ’nin toplumsal ilişkilerin ve bu ilişkilerin yeniden üretim gereksinmelerinin devlet ve devletlerarası ilişkilere nasıl yansıdığı Uİ’ye bakış açımızda önemli açılımlar sağlamaktadır. Özellikle devletin tarihsel ve toplumsal niteliği ile ilgili tezler Uİ çalışmalarının birçoğunu temelden eleştiren varsayımlar içermektedir. Bununla birlikte tarihsel materyalist kuramın yeni materyalizmin birçok savını içeren ve ondan daha güçlü bir kuramsal yapısı olduğunu da belirtmek gerekir. Kısaca özetlemek gerekirse Uİ çalışmaları gerek yeni materyalizmin tezleri gerekse tarihsel materyalist kuramın katkılarıyla yeniden şekillenme sürecindedir.