Uluslararası İlişkiler (Uİ) akademisyenleri ve bölümlerini Google Scholar atıf verileri üzerinden değerlendirdiğiniz makaleniz sosyal medyada epey ilgi gördü, bunu neye bağlıyorsunuz?
Türkiye’de Uluslararası İlişkiler disiplini dönüp kendini inceleyecek kadar büyüdü. Fakat buna rağmen, disiplin ne yapıyor, nerede konumlanıyor, bölümler arasında farklar nedir gibi sorular yeterince ilgi çekmiyor. Son yıllarda Mustafa Aydın ve arkadaşlarının anket üzerinden yaptıkları çalışmalar bu konuda bir ilgiyi tetiklese de, hala yapılması gereken çok çalışma var. Yine Uluslararası İlişkiler Konseyi, Türkiye’deki Uluslararası İlişkiler disiplini nereye gidiyor temalı bir çalıştay yapmıştı. Benim de katıldığım bu küçük çaplı çalıştayda en önemli konurdan biri Uİ bölümlerinin öğrenci sayılarının düştüğü, buna karşılık çok sayıda Uİ bölümü olduğu şeklindeydi. Bu bölümler akademik olarak ne yapıyor sorusuna verilecek cevap, her iki konuda da atılacak adımlar için kritik bir girdi anlamına geliyor. Dolayısıyla Uİ bölümlerine dair kapsamlı bir fotoğrafa ciddi bir ihtiyaç vardı. Biz de bu fotoğrafın bir boyutunu çekmeye çalıştık.
Bu ilginin yanı sıra, çalışmanıza çeşitli eleştiriler de geldi?
Elbette olacak, yapılan ve yapılacak hiçbir çalışmanın bir fenomeni kusursuz aktarabileceğine zaten inanmıyorum. Zaten böyle bir şey de bilim değildir. Bu bağlamda ilk çalışma olması da kusurlarını zaten epey fazla hale getiriyor. Yeni çalışmalar ile birlikte Türkiye’deki Uİ bölüm ve hocalarının akademik performansına dair elimizde daha sağlıklı bir resim olacaktır. Umarım çalışma eleştirilmeye devam edilir ve yeni çalışmalara da kapı açar. “Hocam seni listede göremedik” benzeri sosyal medya takılmalarının ötesinde disiplinin kurumsal gelişimine de katkıda bulunur.
İsterseniz eleştirilerden bahsedelim. Örneğin, benim verilerim normalde yüksek ama benden daha düşük olanlar listeye girerken ben kendimi neden bu listede göremedim?
Bu eleştiri en sık karşılaşılan eleştirilerin başında geliyor. Bu genellikle makaleyi okumadan sadece sonuçlara bakılarak yapılan bir eleştiri. Makale okunduğunda görülecektir ki, kullanılan veriler Kasım 2018 tarihinde sistemden çekilmiş. Örneğin Kasım 2018 tarihinde toplam 1592 adet Google Scholar atfı gözüken Mustafa Aydın hoca, Aralık 2019 tarihinde toplam atıf sayısını GS verilerine göre 1978’e yükseltmiştir. Bu artış, bir taraftan Mustafa Aydın’ın atıf sayılarındaki artış ile ilgili olduğu gibi, diğer taraftan da Google Scholar’ın gün geçtikçe daha fazla kaynağı taraması ile ilgilidir.
Neden Türkiye dışında yaşayan ve uluslararası ilişkiler çalışan Türkiye kökenli akademisyenler dahil edilmedi?
Bunun üç sebebi var. Birincisi benzer çalışmaların neredeyse tamamında ülke temel alınarak bir değerlendirme yapılıyor. Dolayısıyla biz de bu tercihte bulunduk. İkincisi, Türkiye dışındaki akademisyenlerin verilerini toplamak makalenin ana amacı yani Türkiye’deki uluslararası ilişkiler bölümlerini sırlamada bir işe yaramayacaktır. Üçüncüsü ise Türkiye çalışan akademisyenlerin tamamını toplayabileceğimiz standart bir kaynak yok, dünyadaki bütün üniversiteleri tek tek taramak da altından kalkılması epey zahmetli bir külfet.
Ben de Türkiye’de bir üniversitedeyim, üstelik uluslararası ilişkiler çalışıyorum, benim adım listede neden yok?
Bu konu kısmen haklı bir eleştiridir. Makalenin 46ıncı dipnotunda “Uİ ve SBUİ bölümlerinden istihdam edilmeyip, çalışma alanı uluslararası ilişkiler olan isimler hesaplamaya dahil edilmemiştir” ifadesini kullanmışız. Bu isimler ağırlıklı olarak Siyaset Bilimi bölümlerinde olsalar dahi çok farklı bölümlerde de istihdam edilebilmektedirler. Bu durum ne kadar dikkat edilse de, gözden kaçacak çok sayıda isme neden olacaktı. Bu gerekçenin yanı sıra, ilgili akademisyenler Uluslararası İlişkiler bölümleri özelinde hazırlanan sıralamada analiz dışında kalacaklardı. Şunu kabul ediyoruz, makale ABD özelinde yapılanlar gibi Siyaset Bilimi bölümlerini de dahil etse çok daha sağlıklı olabilirdi.
Biz Uİ bölümüyüz ve daha kapsamlı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (SBUİ) bölümleri ile karşılaştırıldık. Bu onlara sıralamada ciddi avantaj sağlıyor, bu durum bir haksızlık değil mi?
Bu eleştiri de önemli ölçüde haklı olan eleştirilerden biridir. Bu konuda iki tercih ile karşı karşıya kalmıştık. Ya SBUİ bölümlerini ve buralarda istihdam edilen hocaları analizden çıkaracaktık, ya da SBUİ bölümlerinin skorlarını sadece buradaki Uİ çalışan akademisyenler üzerinden hesaplayacaktık. Her iki yöntem de bazı sorunlar içerdiği için bunlardan birini tercih etmedik. Örneğin ikincisi SBUİ bölümlerini bir hayli dezavantajlı hale getirecek iken, ilkini tercih etmek çok sayıda Uİ bölümünü ve hocasını dışarıda bırakmak anlamına gelecekti.
KHK ile atılan akademisyenleri neden incelemenin dışında bıraktınız? Bunlar hala Türkiye’deki Uİ üretimine katkıda bulunuyorlar ve üstelik yaşadıkları haksızlık karşısında en azından bir vicdani sorumluluk üstlenebilirdiniz?
Bu eleştiri de haklı bir eleştiri. Üstelik KHK ile atılan bir çok Uluslararası İlişkiler hocası son bir yıl içinde kendilerine yönelik suçlamalardan aklandılar. Üstelik İlhan Uzgel hoca başta olmak üzere bunlardan önemli bir kısmı da yapılan sıralamaları değiştirecek yayın ve atıf performansına sahip. Bu durum önemli ölçüde veri toplama sistematiğimizin bizi karşı karşıya bıraktığı bir şey. Üstelik, bu uyarı ile makalenin 3 tur süren epey detaylı hakem sürecinde de karşılaşmadık. En azından bir dipnot ile bu durumu belirtebilirdik. Tüm verileri yayımladık. Bugün toplanan veriler ile çok uyuşmayacak olsa da, en azından KHK ile atılan Uİ hocalarının verileri ile kıyaslayarak Uİ camiasının akademik değerlerini ne ölçüde kaybettiğine dair tespitler yapılabilir.
Son olarak, yayın ve atıf sayısı ne kadar önemli bir gösterge? Hele atıf çeteciliği tartışmalarının olduğu bir ortamda.
İlk şunun hakkını teslim edelim. İnternet dünyasında yayın yapmanın kolaylığı ve olanakları göz önüne alındığında hem yayın hem de atıf sayısı bir nitelik göstergesi olmayabilir. Tam da bu nedenle nitelikli yayınları ve atıfları ayırabilecek Web of Science (Wos) gibi platformlara büyük bir rağbet var. Türkiye’de Batı’ya göre WoS’un daha popüler olmasının en önemli nedeni, bizde asgari bilimsel kriterleri karşılamayan çalışmaları eleyecek kurumsallaşma aşamasının bir türlü gerçekleşememesi ile ilgilidir. Bu eleme olmadığı için de, bir atıf çeteciliğinin fena halde önü açılıyor. Örneğin, WoS bir derginin ve kişinin kendi kendine yaptığı atıfları ayrı tasnif ettiği için bir caydırıcılık üretiyor. Bir gurup akademisyenin karşılıklı atıfları ile ortaya çıkan durumu çetecilik diye de tanımlayabiliriz, ama sanırım atıf cemaati daha doğru olur. Çünkü bu bizde, özellikle nitelikli çalışmalar göz önüne alındığında, daha çok “ideolojik” bloklar ile örtüşüyor. Fakat bütün bu sorunlarına rağmen, bu toplamlar bize üzerinde konuşabileceğimiz, kendi kendimizi eleştirebileceğimiz, ve yapılması gerekenler üzerine düşünebileceğimiz enformatik bir zemin sunuyor. Sırf bu yüzden verilerin değerli olduğunu düşünüyorum.
Kişilere, Google Scholar sayfası açmanın etik olmadığı söyleniyor.
Kimseye Google Scholar sayfası açmadık. Açık kaynaktan sadece veri topladık. Bu verileri toplama işini de kendi adımıza açtığımız ‘x’ isimli hesabı aracılığıyla yaptık. Örneğin WoS’a yazar ismini girerek bu yazarın verilerini görüyorsunuz. Zaten kamusal kullanıma açık olan bu verileri kullanmak neden etik ihlali olsun. Burada bir etik ihlali varsa, bu verileri kamusal dolaşıma açan Google Scholar ya da WoS’un yaptığıdır ihlal. Ki bunun da zaten etik ihlali olduğunu düşünmüyorum. Bunu yapan onlarca çalışma var ve bir çoğu da alanın prestijli dergilerinde yayımlandı. Şuna itiraz etmem, bu konuda oturmuş bir teamül ve yazılı kural yok. Tartışalım ve bunun yani akademisyenlerin atıflarını kullanmanın etik ihlali olduğuna karar verirsek, makaleyi çekeriz. Sorun değil, amacımız sadece Türkiye’deki Uluslararası İlişkilerin etki üzerinden bir fotoğrafını çekmekti.
Öyle diyorsunuz ama listede verisi yanlış girilenler de olmuş, bu bir resim çekmek olarak değerlendirilebilir mi?
1300’ün üzerinde Uİ ve SBUİ bölümlerinde kayıtlı ismin verisini topladık. Elbette küçük hatalar çıkmıştır. Üstelik ana veri setindeki verilere göre makaledeki listeye girmesi gereken ama yer almayan bir iki isim de çıkabilir. Bunlar genel resme büyük zarar veren hatalar değildir diye düşünüyorum.
Kadın ve erkek diye akademisyenleri neden ayırdınız? Bu cinsiyetçiliği besleyen bir şey değil mi?
Bunun iki sebebi var. Birincisi benzer çalışmalarda genelde yapılan bir tasnif. Fakat bu o kadar önemli değil. İkincisi ise çalışmada normatif bir tavır aldığımız nadir noktalardan biri ile ilgili. Türkiye’de Uİ özelinde kadın akademisyenlerin akademik etkisinin yüksek olduğunu fakat temsil noktasında yeterince temsil edilmediklerini biliyoruz. Böyle bir tavır alarak, yetersiz temsilin (politik alanda görüşlerine başvurulması örneği gibi) aslında problemli bir zemine oturduğunu ifşa etmek istedik.
Peki sayıyı bu kadar öne çıkarmak ne kadar doğru, sayı dışında etkiyi ölçemez miyiz?
Elbette ama bunları objektif nasıl değerlendireceğiz gibi büyük bir sorun var karşımızda. Örneğin alanla ilgili bir dergi çıkaran ve editörlük yapan kişi, emeğinin önemli kısmını bu işe ayırıyordur. Yine bölümlerde idarecilik yapan hocalar kurumsallaşma konusuna zaman harcıyorlar. Ya da tasvir odaklı ve çok sayıda atıf alan bir çalışma ile (örneğin bizim hazırladığımız AK Parti dış politika sözlüğü) üzerinde 2-3 yıl harcanan bir makale (yine kendimden örnek vereyim muhalif hareketlerin dış politikası olur mu konulu çalışmam) Uİ bilimine katkı noktasında bir tutulabilir mi? Ama ilki çok sayıda atıf alırken, ikincisi ona göre çok daha az atıf almaktadır. Dolayısıyla, atıf ve yayın toplamlarında bir sorun var gibi gözüküyor ve başka kriterler de geliştirilmeli. Fakat, bunlar nasıl ayrılacak, ne ölçüde bir değer verilecek bunlara konuları altından kalkılamayacak meseleler. O yüzden şimdilik bu konudaki çalışmaların neredeyse tamamı yayın ve atıf sayıları üzerinden etkiyi ölçüyorlar. En fazla alınan ödüllerin eklendiği çalışmalara denk gelebiliyoruz.
Türkiye geriye dönüp kendi birikimini saymak yerine eleştirmek noktasına henüz gelmedi mi?
Henüz kendi birikiminin bir fotoğrafını çekmiş değil ki, eleştirme aşamasına geçsin. Bu fotoğraf olmadan yapılacak eleştiriler de maalesef ideolojik pozisyonlardan karşı safa sallamak dışında bir işe yaramıyor. Örneğin hiç atıf almayan bir makaleyi eleştirinin merkezine oturtmak çok anlamlı değil. Aksine atıf alan bir makaleyi ya da yazarını bir konuda yapacağınız analizlerin örneklemi haline getirirseniz daha sağlıklı bir şey yapmış olursunuz. Örneğin, akademi bir kurum olarak Türkiye ve Avrupa arasında nasıl ikincisini örnek alınması gereken gibi aktör olarak kuruyor ve bu hiyerarşiyi normalleştiriyor konusunda bir disiplin eleştirisi yapacaksanız çalışmalara ilişkin atıf/etki verileri önemlidir. Yine Türkiye’den genel Uİ bilimine ne katkı var sorusuna yayın ve atıf sayıları ile listeye girememiş üniversiteleri örneklem almak ya da o yayınları eleştirinin hedefine koymak ne kadar sağlıklı? Zaten başlangıçtaki varsayımınızı (‘pek bir katkısı yok’ diye tahmin ediyorum) doğrulayacak şeyler olur bu örneklemler. Dolayısıyla disipline dair bir şeyleri eleştirmek için önce o disiplinde neler var, kim ne yapıyor gibi verilere sahip olmamız gerekiyor.