Orta Doğu ve Postkolonyalizm İstanbul: Pınar Yayınları, 2018, ss. 204 ISBN: 978-975-352-484-1

Postkolonyalizm, hiyerarşik bir uluslararası ilişkiler teorisi yaklaşımının toplumsal cinsiyet, sınıf ve etnisite gibi kavramların eleştirel okumasını göz ardı ettiğini var sayar. Bu bağlamda, postkolonyal bakış açısının en önemli savlarından biri “Batı” algısında “Batılı olmayan” tanımının kolonileştirme sürecinin doğurduğu gerçeklik aracılığıyla açıklandığıdır. Bu yaklaşım, Batılı olmayanın aşağı (inferior) olarak algılandığı bir ötekileştirme sürecini beraberinde getirmiştir. Ayrıca, postkolonyalizm objektif, rasyonel ve evrensel olmak durumlarının imkansızlığına işaret ederek eleştirel bir tutum takınır. Dahası, Avrupa ve Batı odaklı bir uluslararası ilişkiler okumasının ortaya çıkardığı tehlikelere işaret ederek normatif bir görev üstlenmiş sayılır. Tüm bunların ışığında, Ali Balcı’nın postkolonyal teorinin kavramsal şemsiyesi altında kolonyalizmin tahakkümünden en çok etkilenen bölgelerden birinde zengin bir çalışma alanı oluşturulabileceğine olan inancından bu derlemenin doğduğu söylenebilir.

Kitap, Orta Doğu tarihinin kolonizasyon üzerinden okudunduğu ilk kısmı hariç Ali Balcı’nın çeşitli yayın organları aracılığıyla yayımladığı akademik çalışmalarından derlenmiştir. Dolayısıyla “Orta Doğu ve Postkolonyalizm” isimli eserin derleme olarak adlandırılması daha güzel bir yaklaşım olabilir ya da daha doğru olabilir. Derlemenin ikinci kısmında postkolonyalizm kısaca tanıtılmış, kavramsal altyapısını hazırlayan önemli isimlerin varsayımları ve yaklaşımları gözler önüne serilerek derlemenin teorik bakış açısı okuyucuya aktarılmıştır. Bu bağlamda, Frantz Fanon’un dikkat çektiği bağımlılık (dependency) ve eksiklik (inadequacy) gibi terimler, Edward Said’in kolonicinin ötekini barbar ve dıştan olan (foreign) olarak inşa etmesine dikkat çekmesi, Gayatri C. Spivak’ın kolonizeyi tanımlamak için “madun” kelimesini tercih ederek madunun kendisini temsil edemeyişine ve sesini duyuramayışına dikkat çekmesi, Homi K. Bhabha’nın “hibridite”, “taklit” ve “kararsızlık” gibi konseptler aracılığıyla koloniyi özne olarak mercek altına alması ve Paul Gilroy’un kolonizenin hak arayışının Batı’nın kavramsal inşasına zemin sağladığı iddiası derlemede kavramsal çerçeve olarak işlevsel hale getirilmiştir.

Derlemenin vaka olarak Orta Doğu’ya eğilmesi Mohammed Ayoob’un güvenlik odaklı savlarına ve iç güvenlik sorunlarıyla mücadele eden üçüncü dünya ülkelerinin ulus-devlet olmayı başarmış gelişmiş ülkelerin güvenlik anlayışı ile irdelenmesini eleştiren görüşlerine yer verilmesini açıklar niteliktedir. Son olarak, Roxanne L. Doty temsiliyet kavramına dikkat çekerek bir tarafın inşa ettiği gerçekliğin diğer tarafı aktör sıfatından nasıl azlettiğini ve böylece eşitler arasında kabul edilemeyecek eylemlerin nasıl normalleştiğini ortaya koyar ki bu yaklaşım Orta Doğu’nun analizi için önemli bir kavramsal dayanaktır. Bunların yanında, yazarın derlemesinde etkisi hissedilen postkolonyal feminist yaklaşım ataerkillik ve cinsiyet eşitsizliğinin araştırılmasının ötesinde sınıfçılık ve ırkçılık aracılığıyla beyaz kadının renkli ırktan kadınlar üzerinde (women of colour) kurduğu hükümranlığı da eleştirir. Böylece, renkli ırktan kadınların diğerlerine nazaran üç misli baskı -etnisite, sınıf ve toplumsal cinsiyet üzerinden- gördüğünü dile getirir.

Derlemede Türkiye’de postkolonyal çalışmaların henüz yeterli seviyeye ulaşmadığına kısa bir literatür taramasıyla dikkat çekilmiştir. Necati Polat’ın Bhabha’dan alıntılayarak taklit ve hibridite konseptlerini kullandığına dikkat çekilmiş ve Fuat Keyman’ın Said’in Orientalism isimli eserinin kavramsal altyapısını çalışmalarında sıklıkla kullandığı vurgulanmıştır. Bahar Rumelili’nin ise arada kalmışlık, ötekilik ve melezlik konseptlerini Avrupa ile Türkiye/Rusya ilişkilerini değerlendirirken yaratıcı bir şekilde kavramsal altyapı olarak kullandığı dile getirilmiştir. Dahası, postkolonyal literatür üzerine görüş bildirilirken Arif Dirlik’in de postkolonyal tartışmaya sunduğu eleştirel katkılar gözden kaçırılmamıştır. Türkiye’de postkolonyal çalışmalara ciddi katkısı olmuş Mahmut Mutman’ın literatür taramasında kendine yer bulamaması bir eksikliktir. Ancak, söz konusu derlemenin kısa da olsa Türkiye postkolonyal literatürüne yer vererek bu alana gelecekte yapılabilecek katkıları özendirmesi önemlidir.

Derlemenin ilk bölümünde Ali Balcı Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da kolonileştirme sürecinin  tarihini retrospektif bir bakış açısıyla gözler önüne seriyor. Yazar bu sayede herkesin üzerinde bir fikir sahibi olduğu Osmanlı Devleti’nin çözülme süreci üzerinden okunan bölgenin büyük güçler tarafından ilhak edilişini postkolonyal teorinin kavramsal zemini sayesinde kolonici Batılı güçlerin Batılı olmayanı kolonize etme süreci olarak yeniden okumuş ve Osmanlı Devleti’nin çözülme sürecine ve Orta Doğu okumalarına Türkiye nazarında yeni bir soluk getirmeyi başarmıştır. Ayrıca, Balcı geçmişte kolonileştirilmiş bölgelerde cereyan eden direniş hareketlerini ve bunların ardından doğan despotik düzenleri vurgularken aslında postkolonyal teorinin öze dönme ve taklit kavramlarının bu bölgelerde tezahür ettiğini de kanıtlamış oluyor.

Balcı’nın inceleme/analizlerinden bazıları Orta Doğu’yu postkolonyal bakış açısıyla irdelemenin kavramsal olarak bizleri ne kadar çarpıcı sonuçlara ulaştırabileceğini ortaya koyuyor. Mesela, Evrensel insan haklarının Batı’nın hegemonyasını devam ettirmek ve yeni kolonicilik girişimlerini koloniye medeniyet getirmek temeline dayandırmak için bir araç olarak kullanılmasına, evrensel insan haklarının inşa sürecini analiz ederek, dikkat çekiyor. Böylece, kültürel bir baskı aracı olarak kolonicilik faaliyetlerinin günümüzde evrime uğrayarak pratiğinin devam ettiğini vurguluyor.

Balcı; 15 Temmuz darbe girişimi akabinde Batı’dan gelen tepkileri de postkolonyal varsayımlar üzerinden okuyarak neden Batı’da sağ ve sol fraksiyonların farklı sebeplerle şarkiyatçı bir sonuca vararak bir 15 Temmuz eleştirisi geliştirdiklerine dikkat çekiyor. “Batı’nın şarkiyatçı bakış açısı” anlatımı derlemenin farklı kısımlarında (drone saldırılarında ölen sivillere yönelik Batı kamuoyunda duyarsızlık, doğulu savaşma biçimi olarak sivillerin kalkan yapılması savı, uluslararası hukukun medeni olmayan Doğulular söz konusu olduğunda uygulanmasının gerekli olmaması ve diğerleri) sıklıkla karşımıza çıkmakta ve Balcı’nın şarkiyatçı algılama biçimine, Doğulu olanı hilekar, feminen ve kötücül varsayarak onu aşağı (inferior) görmek, verdiği önemi gözler önüne sermektedir. Balcı aciz olan Doğulu’nun kendi kültürel mirasını bile koruyamayacak durumda olduğuna ve bu sebeple Doğu’nun kültürel mirasının ileri ve medeni olan Batı tarafından korunması gerektiğine yönelik şarkiyatçı söylemi bilgi ve iktidar ikilisi üzerinden eleştiriyor ve Said’in “kurbanı suçlamak” tanımına atıfta bulunuyor.

“Sömürgeci Feminizm” ve “Peçeyi Kaldırmak” isimli iki analiziyle postkolonyal feminist literatür aracılığıyla Türkiye feminist literatürüne de katkı sağlıyor. Doğulu olanın aşağı olduğu için feminen bir karaktere sahip olmasıyla renkli ırktan kadınların Batılı modern kadının normatif üstünlüğüne öykünmesi gereken bir geri kalmışlık durumunda olduğu anlatısını bu iki analizinde irdeliyor. Ayrıca, ötekine insani olan hiç bir özelliğin atfedilmeyişi durumu drone saldırıları sonucu ortaya çıkan sivil ölümlerin kolonicilerin gözünde normalleşmesi aracılığıyla açıklanıyor. Bu iki analizde eksiklik olarak addedilebilecek olan ise postkolonyal feminizmin önemli isimlerinden olan Meyda Yeğenoğlu’nun alana, özellikle peçe üzerinden, katkılarından bahsedilmemesi olabilir.

Yazar derlemesinde kolonicinin kendini koloninin üstünde gördüğünü, koloniye medeniyet getirme (insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi, terörle mücadele) derdini ve kolonicinin kolonizenin kendisiyle hiçbir zaman bir olamayacağı güdüsüne sahip olduğunu örneklerle somutlaştırarak resmediyor. Dahası, “açık koloniciliğin” misyonunu kaybettiği ve fonksiyonel olmadığı bir dünyada “örtük koloniciliğin” nasıl geliştirildiğini betimliyor. Ali Balcı yaşanan sefaletin sorumluluğunun yerli halka yüklenmek suretiyle ötekinin, Batılı olmayanın, kötüyü temsiline devam edildiğini gösteriyor. “Batı’nın iyiliksever düzen sağlayıcı olarak” Batı-dışına iyiliği, doğruluğu ve medeniyeti getirişi okumasını eleştiriyor. Yukarıda bahsi geçen çıkarımlar postkolonyalizmin kolonyal düzenin etkilerinin hala devam ettiği varsayımıyla örtüşüyor.

Kısacası, Balcı postkolonyal teorinin tüm kavramsal dayanaklarını kullanarak (özne, taklit, madunun konuşamaması veya sesini duyuramaması vs.) Orta Doğu’nun kolonize edilmesini ve bu kolonizasyon sürecinin devinim halinde kendini tekrar edişini derlemesinde işliyor.

Bu derleme Balcı’nın postkolonyal çalışmalar alanında ürettiği incelemelerin/analizlerin Orta Doğu ve söz konusu kavramsal çerçeveye odaklanan uluslararası ilişkiler öğrencilerine bir elden ulaştırması açısından değerlidir.