Ortadoğu’da Sivil Toplum: İmkanlar ve Kısıtlılıklar, Kadim Yayınları, 2019, ISBN: 9786057629050, ss. 542

Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarına ve literatüre önemli katkı yapması muhtemel olan eser, fazlaca tartışılmayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sivil toplum durumunu detaylı ve tarihsel düzlemde analiz etmektedir. Bu çerçevede Ortadoğu bölgesinde genellikle devlet dışı silahlı aktörlere (DDSA) odaklanan genel literatürden ayrılan söz konusu eser, Ortadoğu’da sivil toplumun neden yeterince kökleşmediğinin nedenlerini irdelemektedir. Bu irdeleme yapılırken giriş-önsöz kısmında vurgulandığı üzere, Oryantalist bakışın sınırlılıklarına değinilerek Ortadoğu’da sivil toplum meselesinin Batı-merkezli yorumlanmasına eleştiri getirilmektedir. Kendi “Doğu” tasvirine sahip olan bu bakış açısına göre, “Doğu” sivil toplum standartlarını sağlayamamaktadır. Sömürgecilik dönemi gelişmelerini ve sonrasında Batı’nın bu bölgede otoriter rejimlerle kurduğu ilişkileri görmezden gelen bu bakış açısının, tek-alternatifsiz bir sivil toplum tanımı yaparak “Doğu”daki halkların bu yönde uzun yıllara yayılan taleplerinin-çabalarının ihmal edildiği vurgulanmaktadır. Bu bakış açısının kendi tanımı dışında kalan alternatifleri sivil toplum olarak tanımlamadığına dikkat çekilmektedir. Dolayısı ile eser öncelikle Batı-merkezli literatüre doğru şekilde karşı çıkarak Ortadoğu’daki sivil toplum önündeki engelleri ve olası imkanları güçlü bir zeminde tartışmayı iddia etmektedir.

Bu çerçevede eser, “Ortadoğu’da sivil toplum yoktur.” şeklindeki basmakalıp yaklaşımı aşarak sivil toplumun değişen ülke koşullarına ve devlet yapılarına göre farklı şekillerde gelişebileceğine dikkat çekmektedir. Bu temel yaklaşımını ortaya koyduktan sonra Türkiye’deki sivil toplum tartışmaları ile devam eden eser, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki sivil toplum gelişmelerini önemli kronolojik gelişmelerle birlikte sunmaktadır. Bu kronolojik gelişmeler sırasında söz konusu ülkelerde sivil toplumun gelişmesine ya da aslında daha fazla engellenmesine sebep olan faktörler detaylı şekilde incelendikten sonra bu ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarının (STK) Türkiye ile ilişkilerde oluşturduğu etki de analiz edilmektedir. Dolayısı ile kitap öncelikle kendi bakış açısını sunarak Ortadoğu’da neden ve nasıl sivil toplum olduğunu ve bu durumun Türkiye ile ilişkilere yansımasını okuyucuya detaylı şekilde sunmayı amaçlamaktadır.

Eserden anlaşıldığı üzere Ortadoğu’da STK’lar modern dönemin hemen hemen her aşamasında etkili olmuş ve etki dereceleri ise tarihsel süreç içerisinde değişime uğramıştır. Bu tarihsel süreç içerisinde bölgede sivil toplumun gelişmesinin önünde ilk ve en önemli engelin sömürgecilik dönemi olduğu anlaşılmaktadır.  “Modern” Ortadoğu’nun sınırlarının, devlet yapılarının ve diğer önemli yapısal özelliklerinin batılı sömürgeci güçler (İngiltere ve Fransa) tarafından şekillendirildiğini hatırladığımızda, sivil toplumun bölgede kökleşmesine en önemli öncül engel bölge halkları değil bu güçler olmuştur. Dolayısı ile Oryantalist bakış açısının bilinçli şekilde gizlemeye çalıştığı bu ilk durumun eserde yeterince vurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu ilk aşama süresince sivil toplumun “gerekli standartlarını” sağlamak yerine bağımsızlık mücadelesi süreci ile meşgul olma durumunda bırakılan bölge halkları, bağımsızlık sonrasında ikinci ve hala etkilerini güçlü şekilde sürdüren diğer bir engelle uğraşmak zorunda kalmıştır.

Bu durum ise bölge ülkelerinin çoğunda yapısal nitelik arz eden otoriter yönetim şekilleridir. Bölgede geçmişte ve günümüzde söz konusu ülkelerde pek çok farklı ideoloji hakim olmasına rağmen bu ideolojilerin en önemli ortak yanı baskıcı ve otoriter yapılara sahip olmasıdır. Dolayısı ile rejim tehdidi gerekçesi ile sivil topluma çoğu zaman en iyi tabirle mesafeli yaklaşan bu rejimlerin, zaman zaman şiddet tekelini de devreye sokarak STK’ların etkilerini ve varlığını sınırlama yoluna gittiği anlaşılmaktadır. Dolayısı ile bölge halklarının açık ve hesap verebilir bir sistemde sivil ve güvenli şekilde organize olmasının önündeki süre giden en büyük engelin totaliter-otoriter rejimlerin bölgedeki varlığıdır.

Bu devlet yapılarının ve sonrasındaki otoriter rejimlerin en büyük destekçilerinin büyük oranda batılı güçler olduğunu hatırladığımızda bölgeye ilişkin yapılan “Ortadoğu’daki halklar sivilleşme ve demokratikleşme istemiyor.” yorumunun yeterince masum olmadığını ve gerçekleri çarpıtma temelli yapıldığını söyleyebiliriz. Eserden anlaşılacağı üzere bölgedeki rejimler STK’lar arasındaki farklılıkları derinleştirme ve rejimin meşruiyetini güçlendirme yönünde genel bir politika benimsemişlerdir. Yani STK’lar bölge halklarının sorunlarını sisteme/rejime aktaran aracılar değil topluma rejimin ideolojisini kabul ettirme mekanizmaları şeklinde değerlendirilmiştir. Bu durum rejim karşısında duran STK’ların baskı mekanizması karşısında illegal şekilde örgütlenmesine neden olmuştur. Var olan etkili ve güçlü STK’lar ise sistemi/rejimi eleştirmekten uzak durmuş ya da rejimin ideolojisi temelinde faaliyet sürdürmüştür.

Kendi hakimiyetinde STK’lar oluşturan rejimler açısından bu gruplar meşruiyet oluşturmanın en önemli aracı olarak görülürken muhalif oluşumlar rejim güvenliğine en önemli tehditlerden biri olarak değerlendirilmiştir. Burada STK ifadesi kullanılırken yukarıda da bahsedildiği üzere bu oluşumların “standart-bilinen” oluşumlar olmayabileceği ihtimalini hatırlamak gerekmektedir. Söz konusu yapısal kısıtlılıkların da etkisi ile tipik siyasi-sosyal yapılanmadan ziyade Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde aşiretler, güçlü aileler ve mezhepsel-dini aidiyetler üzerinden farklı sivil toplum yapılanmalarının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Bu durum diğer formal ve bilindik STK oluşumlarının olmadığı anlamına gelmemekte sadece bunların etki kapasitesinin göreli olarak zayıf kaldığına dikkat çekilmektedir. Örneğin Yemen’de sivil toplum meselesinin tartışıldığı kısımda vurgulandığı üzere aşiretlerin bu ülkedeki rolü hemen toplumsal-siyasal gelişmelerin her aşamasında fark edilebilir. Yine Lübnan meselesinin irdelendiği kısımda devletin adeta mezhepsel şekilde yapılandığı ve toplumun STK yöneliminde bu unsurun belirgin olduğu detaylı şekilde analiz edilmiştir.

Dolayısı ile kitaptaki tüm bölümlerin diğer ortak varsayımı da bu bölgedeki STK benzeri yapılanmaların bölgedeki yapısal-sosyal nedenlerle daha değişik şekillerde organize olduğudur. Bu durum Oryantalist bakış açısına göre, bölgede sivil toplumun olmadığı basitleştirmesine yol açarken eser bu basitleştirmeyi zor koşullarda örgütlenmeye çalışan farklı oluşumlara dikkat çekerek aşmayı amaçlamaktadır. Bölge ülkelerinden Filistin’in tartışıldığı kısımda buradaki İsrail işgalinin görmezden gelinerek Filistin’de sivil toplum meselesinin anlaşılamayacağı vurgulanmaktadır. Dolayısı ile zaman içerisinde dönüşüme uğrayan Filistin’deki sivil toplum gerçekliğinin üzerinde en belirgin etki sahibi olan İsrail’in süre giden işgali ve bu devletin Filistin halkının özgür-demokratik şekilde örgütlenmesine getirdiği kısıtlılıklar olmuştur. Diğer bir ifade ile bölge ülkelerinin sömürgecilik ve otoriter yönetimlerin varlığı gibi genel problemlerinin dışında kendine özgü bazı problemleri olduğu meselesi de eserde detaylı şekilde analiz edilmiştir

Bu çerçevede Lübnan’daki “devletsizlik” ya da “güçlü devlet” yapısının olmaması sivil toplum önündeki bölgesel sorunlarla ilgili bahsettiğimiz bölgedeki “otoriter rejimler”in varlığı meselesine kısmi bir istisna oluşturmaktadır. Yine Filistin’deki işgal rejimi bu ülkenin halkının daha farklı bir sorun ile de karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Yemen’deki aşiret yapısı, Cezayir’de askeri vesayetin devamı, Suriye, Irak, Libya, Yemen gibi ülkelerde devam eden iç savaş ve Körfez bölgesinde köklü rantiyer devlet anlayışı bölgedeki halkların ortak sorunlarının yanı sıra farklı ülkesel gerçeklikler mücadele ettiğine işaret etmektedir. Eserde vurgulanan diğer önemli bir nokta ise bölgede Soğuk Savaş’ın bitimine doğru görülen liberalleşme eğilimleridir. Söz konusu eğilimlerin ABD’nin kendisini tek kutup olarak ilan ettiği ve küreselleşmenin siyasi sürecinin başladığı döneme denk geldiğini düşünürsek bölge rejimlerinin bu süreci gönüllü başlatmadığı anlaşılabilir. Zaten liberalleşme süreci otoriter rejimler tarafından toplumsal ilişkilerin şeffaf ve hesap verilebilir düzlemde inşa edilmesi şeklinde değil ekonomik anlamda küresel kapitalizme entegre olma şeklinde yorumlanmıştır.

Bu durum 1990’lı yıllarda ifade edildiği gibi bölgede demokratikleşme ve sivil toplumun gelişmesi gibi sonuçları doğurmaktan ziyade otoriter rejimlerin liberal ekonomi politikaları ile güçlerini daha fazla konsolide etmesine yol açmıştır. Arap ayaklanmaları sürecinde ve 2019’da farklı ülkelerde yaşanan çeşitli toplumsal protestolarda görüldüğü üzere ekonomik liberalleşme bölge halkları tarafından yeterli görülmemiş ve demokratikleşme talebi yüksek şekilde dile getirilmiştir. Bu çerçevede çalışmanın Arap ayaklanmaları sürecini de analize dahil etmesi diğer önemli bir noktadır. Bölgede sivil toplumun varlığına ve gücüne işaret eden Arap ayaklanmaları, yukarıda sıklıkla vurgulandığı üzere bu oluşumların bölgede farklı şekilde örgütlendiğini ve sivil toplumun gelişmesinin önündeki en büyük engelin batılı güçlerin destekledikleri otoriter rejimler olduğunu kanıtlamıştır. Dolayısı ile Arap ayaklanmaları süreci bölgedeki sivil toplum gerçekliğini çarpıtan Oryantalist okumaya ve ilgili literatüre önemli bir meydan okumadır.

Eserde bölgedeki sivil toplum oluşumlarına ilişkin diğer bir genel yorum ise bu aktörlerin genelde dini eğilimli ya da milliyetçi temelde örgütlendikleridir. Bu çerçevede geçmişte Arap milliyetçisini temel alan STK’lar daha güçlü ve etkili iken günümüzde İslami söylemi benimseyen STK’ların daha görünür olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca bu STK’ların sadece rejim ile değil kendi aralarında da mücadele ettiklerini ve bu durumun temel fonksiyonları olan toplumsal sorunların sisteme aktarılması durumunu olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Tüm bu olumsuz koşullar içerisinde Tunus örneğinin en umut vadeden örnek olduğu ve İsrail’de ise STK’lar arasında Filistin ve İsrail kökenli şeklinde bir ayrım olduğu kitapta ayrıca vurgulanan diğer önemli noktalardır. Sonuç olarak sahip olduğu iddia, sunduğu tarihsel yaklaşım, Arap ayaklanmaları sürecinde ve Türkiye ile bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerde STK’ların rolüne değinmesi ve STK’lara engel olan genel ve ülke temelli koşulları incelemesi açılarından eserin literatürde hak ettiği ilgiyi göreceği şüphesizdir.