Tarih 2005 Eylül, yer Budapeşte ECPR (European Consortium for Political Research) konferansı. O sırada İngiltere’de doktora çalışmalarına başlamaktaydım ve ilk defa uluslararası katılımı yoğun büyük bir akademik konferansa katılmaktaydım. Konferansın içeriğinden ziyade benim asıl dikkatimi çeken husus Türkiye’den akademisyenlerin konuşmacı olduğu panellerin panelistleri gibi dinleyicilerinin de çoğunluğunun Türkiye’den gelmiş olmasıydı. Panellerin temalarını ise tahmin edileceği üzere Türkiye’nin iç/dış politikasına ilişkin güncel gelişmeler oluşturmaktaydı. Kendimce bu durumu anlamlandırmaya çalışken, belki de akademik hayatımda aldığım en önemli tavsiyeyi yine bir Türkiye’den akademisyenden, Prof. Dr. Atilla Eralp’tan almıştım: “Sen artık uluslararası bir camianın bireyi olma yolundasın. Doktora çalışmalarında Türkiye senin için sadece bir veri olsun, bunun ötesi değil. Türkiye’ye döndükten sonra nasılsa Türkiye üzerine çalışırsın.” Bu tavsiyeyi (ya da öngörü mü demeliyim?)  alır almaz benim aklım çok daha karışmıştı: Neden Atilla Hoca İngiltere’de yazacağım tezin salt Türkiye vaka çalışması üzerine olacağını varsaymıştı? Türkiye üzerine vaka çalışması üzerine tez yazıldığı zaman bu tez Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplini bilgisi üretiyor olmayacak mıydı? Neden Türkiye’ye dönünce Türkiye üzerine çalışacaktım?

O gün için bu sorulara cevaplar veremesem de Atilla Hocanın tavsiyesine uyup – hakkını ödeyemeyeceğim tez danışmanım Prof. Dr. Bülent Gökay’ın cesaretlendirmesi ve yönlendirmeleriyle –Amerika’nın büyük stratejisinde Avrasya ve boru hatları üzerine olan tezimde Türkiye’ye ilişin gelişmeleri nitel veri setimin ufak parçası olarak almıştım. Tezim süresince Türkiye odaklı çalışıyor olmamak beni ilk etapta zorlasa dahi bana farklı ufuklar açmış, başta küresel enerjinin siyasi ekonomisi ve Amerikan dış politikası olmak üzere geniş bir yazın üzerinde yoğunlaşma imkânı sunmuş, Türkiye’yi bu makro çerçevede okumaya başlamıştım.

Atilla Hocanın Türkiye’ye dönünce nasılsa Türkiye çalışırsın öngörüsünün haklılığını test etmem ise 2009 yılında İstanbul’da bir vakıf üniversitesinde tam-zamanlı öğretim üyeliğine başlamamla oldu. Kendimi bir anda yoğun bir yayın yapma (SSCI’da taranan dergilerde) baskısı altında bulmuştum. Doçentlik için ise Türkçe yayın yapmanın (tercihen ULAKBİM’de taranan dergilerde) gerekli olduğunu zamanla öğrenmiştim. Yani üniversitedeki performansım için SSCI’da taranan bir dergide yayın yapacak, doçentlik eşiğinden geçmek için ise ULABİM’de taranan dergiler hangileriyse onlarda Türkçe yayın yapacaktım. Öbür türlü ürettiğim bilgi “değerli” olmuyordu.

Bir yandan yeni vermekte olduğum derslere hazırlanma telaşı içerisinde, diğer yandan ise akademik olarak yükselmek için farklı mecralarda ve dillerde yayın yapma baskısı altındaydım. Bu süreç içerisinde bir de ne öğreneyim: Toplumun (buna yakın çevrem de dâhil!) algısında “muteber” akademisyen olmanın şartını ana akım televizyonlarda – Türk iç/dış siyasetine ilişin ilgili güncel konularda akademik araştırmalar olmaksızın – boy göstermek olduğu. Bir gün Avrupa Birliği (AB) “uzmanı” olan bir Hoca, öbürkü gün Ortadoğu “uzmanı” oluyor, güncel gelişmeler hakkında saatler süren programlarda görüşlerini (araştırma çıktılarını değil!)  aktarıyordu. Yılların birikimiyle ulusal/uluslararası birçok nitelikli/derinlikli  araştırması olduğunu bildiğim bazı Hocalar ise nedense – hemen hemen hiç- bu tip mecralarda yer almıyordu veya kişisel olarak tanıdığım bazıları ise yer almaktan özellikle imtina ediyordu.

Aklım iyice karışmıştı ama şurası açıktı: Bugüncülük (presentism) Türk iç/dış siyasetine ilişkin çoğu zaman (bilimsel araştırma çıktılarından ziyade) kanaatlerden örülü olan bilgi Türkiye’de Uİ disiplini altında yapılan çalışmaların niteliğini belirliyordu. Bu üretilen bilginin ise Uİ disiplinin güncel kuramsal/kavramsal/yöntemsel tartışmaları ve gelişmeleriyle ilişkisi hiç sorgulanmıyor, düşünülmüyordu.

Bu ortamda benim gibi genç ve üretme hevesi olan bir akademisyen için yapılacak olan açıktı: Kuramsal/yöntemsel derinleşme kaygısı pek taşımadan güncel gelişmeler ışığında Türk Dış Politikası üzerine “yeterince iyi” makaleler yazacaktım. Böylece hem akademik yükselmemin şartlarını yerine getirecek hem de olası bir medya görünürlüğü için hazırlıklı olmuş olacaktım. İleride nasılsa daha nitelikli yayınlar yapmak için daha çok imkânım olacaktı, en azından ben öyle olacağı umudunu taşıyordum.

İçten içe yazdıklarımdan yabancılaşma hissi yaşıyordum ama oyunun kuralları belliydi: Yayın yap veya yok ol ! (publish or perish). Peki, Türkiye’de Uİ disiplini adı altında SSCI’da taranan dergilerdeki üretilen bilgi ne oranda disiplinin bilgisini üretiyordu?  Bu yayınlar ağırlıklı olarak hangi epistemoloji ve yönteme başvurmaktaydı? Bunlara ağırlıklı olarak hangi bölge ve ülkeden akademisyenler kıymet veriyor ve yayınlarında atıf yapıyordu?

Bu gibi soruları araştırma fırsatını – Türkiye’de disiplin içi kuramsal/yöntemsel tartışmalar için platform sunan Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin (UİK) 2016’da Çeşme’deki Kongresinde sunduğum ve daha sonra “Türkiye’de Uluslararası İlişkiler Çalışmaları: Merkez-Çevre Yaklaşımı” başlığıyla Yrd.Doç.Dr.Nevra Esentürk’le  yayımladığım  makaleyi hazırlarken yakaladım.1 İlgili çalışmada, 2009-2015 tarihlerinde SSCI kapsamında endekslenen Avrupa (Journal of Balkan and Near Eastern Studies ve Southeast European and Black Sea Studies) ve Ortadoğu (Middle Eastern Journal ve Mediterranean Politics) bölgeleriyle ilgili çalışmalara yer veren dergilerde yayımlanan Türkiye adresli toplamda 109 makaleyi örneklem olarak almıştık. Daha sonra ilgili makaleleri içerik analiziyle çeşitli ölçütler ışığında (epistemoloji, yöntem, odak, alınan atıf) irdelemiştik. Vardığımız sonuçlara göre:

  • Avrupa bölgesine ilişkin dergilerdeki Türkiye adresli toplam 76 makalenin yarısından fazlası (%56’si) odağını Türkiye’ye yerleştirmiş ve bu makaleler ağırlıklı olarak pozitivist epistemoloji (%91) ve niteliksel (%87) yöntemleri benimsemiştir. O dönemde WoS’a (Web Of Science) göre ise toplamda aldıkları 108 atıfın çoğunluğu (%62) Türkiye’den yapılmıştır.
  • Ortadoğu bölgesine ilişkin dergilerdeki Türkiye adresi toplam 33 makalenin %82’si salt Türkiye vakası üzerinedir. Bunların arasından %76’si pozitivist epistemolojiyi benimserken, hemen hemen hepsi (%96) niteliksel yöntemleri kullanıştır. Veriler toplandığı sırada WoS’a göre ilgili makalelerin aldıkları atıfların kaynak ülkesine bakıldığında ise %81 gibi yüksek bir oranın Türkiye adresli yayınlar olduğuna ulaşılmıştır.

İlgili veriler ışığında ise üretilen Uİ disiplini bilgisinin “Türkiye’den hikâyeyi Türkiye’ye” anlatmaktan ibaret olduğu sonucuna varmıştır. Bir diğer ifadeyle, Türkiye adresli Uİ disiplini bilgisi adı altındaki yayınların disiplinin kuramsal/yöntemsel tartışmaları bir yana, bunları kullanarak (ve tercihen geliştirerek) bulunduğu bölgeyi anlamlandırma çabası bile pek yoktur.

Peki, Türkiye’den üretilen Uİ disiplini altında yapılan çalışmaların niteliğini arttırmak ve hakikaten disiplin bilgisini üretmesinin yolunu açıp genç akademisyenlere örnek olmak için neler yapılabilir? Naçizane önerilerim şu şekilde:

  1. Türkiye’de Uİ disiplini bilgisi ürettiği iddiasındaki akademisyenlerin – en azından ilk etapta nüfuzu olanların – bugüncülük rüzgârına kendilerine kaptırmayıp, tam-makale yayın ufuklarını disiplinin önde gelen dergilerine (International Organizations, World Politics, European Journal of International Relations) yönlendirmeleri. Bu amaçtan yola çıkarak araştırma fonu sağlayıp ve/veya projelere başvurup, genç akademisyenlerden (hatta adaylarından) oluşan araştırma ekipleri oluşturmaları.
  2. Güncel uluslararası ilişkiler konularının (iklim değişikliği, koruma sorumluluğu, Washington sonrası uzlaşma, Asya-Pasifik politikaları, uluslararası ilişkilerde medyanın rolü gibi) yanı sıra Uİ disiplin içi, epistemolojik ve yöntemsel tartışmalar ışığında çalışmaların daha çok yapılması. Epistemolojik olarak anti/post-pozitivist, yöntemsel olarak niceliksel yöntemlere daha çok yer verilmesinin teşvik edilmesi. Özellikle farklı bölge/ülke konulu çalışmalarda alan araştırması yapılmasının desteklenmeli, buna göre maddi/manevi teşvikler sunulmalı.
  3. Çoklu vaka çalışmalarının teşvik edilmesi. Salt Türkiye vakası üzerine odaklanacaksa dahi konunun kritik-vaka olarak işlenmesi ve bu şekilde disiplinin bilgisinin sınırları ortaya konulup, disiplinin gelişimine katkı sunulması.