Bu kısa makale Uluslararası İlişkiler alanı için geleneksel olarak siyaset felsefesinden hareketle girişilen dünyayı anlama uğraşlarından kaynaklanan önemli bir sorunun sosyoloji yaklaşımları benimsenerek üstesinden gelmenin bir yolunu tartışacaktır. Biraz daha somut bir ifadeyle, geleneksel olarak normatif anlamlar ve anlatımlar zemininde anlaşılan ve evrensel etik değerleri ve dünya yurttaşlığını savunan ve buna ulaşmaya çalışan kozmopolitan yaklaşım, dünyada gerçek hayatta karşılaşılan kozmopolitan gerçekliği tam anlamıyla ve yeterince yansıtmamaktadır. Yani kozmopolitan tecrübe, dünyayı ona göre yeniden örgütlenecek bir kozmolojiden daha fazlasını anlatmaktadır; siyaset felsefesi zemininde çalışılan ve bireyin bilinçli tercihleri, ihtiyaçları ve hakları üzerinden tasavvur edilen bir anlayışından daha fazlasını. Kozmopolitan tecrübe, dünya vatandaşlığı ya da küresel demokrasi gibi tercihe dayalı tasavvurların ötesinde, bilinçli bir girişim sonucu oluşmayan, insanların kendilerini bunu deneyimlerken buldukları bir gerçek hayat tecrübesidir de. Yani sosyolojik bir gerçekliktir. Öyle ki, insanlar bu kozmopolitan gerçekliği yaşadıkları ülkeleri hiç terk etmeden dünyanın bir ucundaki insanların yaşadıklarına iletişim araçları üzerinden şahit olarak ya da yaşadıkları toprakları savaş, çatışma, kıtlık, zorunlu göç gibi gerekçelerle terk etmek zorunda kalarak tecrübe etmektedirler. Bu gerçekliği anlamak için siyaset felsefesince üretilmiş ve Uluslararası İlişkilerce benimsenmiş kavramlar ve kuramlar yetersizdir – normatif Uluslararası İlişkiler Kuramı (hem kozmopolitan hem de komüniteryan) bu süreci anlamlandıracak gerekli araçlara ve gündemlere sahip değildir. Bu noktada, bu çalışma reel (actually existing) kozmopolitan tecrübeleri anlamaya çalışan ampirik kozmopolitanizmin (empirical comsopolitanism) gerekli kavramsal dağarcığı ve mekanizmaları sunduğunu savunmaktadır.

Takip eden kısımlarda ilk olarak kozmopolitanizmi siyaset felsefesinden etkilenerek normatif zeminde çalışmanın Uluslararası İlişkiler için sonuçlarının ne olduğuna kısaca bakacağız. Bunu takiben, ampirik kozmopolitan alternatif yaklaşımın ne olduğunu ve disiplin açısından sunduğu imkânları tartışarak çalışmayı sonlandıracağız.

Siyaset Felsefesi, Normatif Kozmopolitanizm ve Uluslararası İlişkiler

Uluslararası İlişkiler’in adına kuram denilen kurucu tartışmalarının kavramsal yükünü siyaset felsefesi düşüncesinin oluşturduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Çünkü ‘uluslararası’ olarak isimlendirilen alanın varlığı (ontolojisi) ile onun niteliği üzerine bilgilerimiz (epistemolojisi) siyaset felsefesi tartışmalarına referansla üretildi. Tam da bu sebeple, Martin Wight’ın sınıflandırmasıyla uluslararası’na ilişkin realist (Hobbesiyen), rasyonalist (Grotiyen) ve radikal (Kantiyen) tanımlamalar (üç R’ler), Uluslararası İlişkiler’deki ardılları olan Realizm, İngiliz Okulu ve Liberalizm (İdealizm) yaklaşımlarınca merkezi düşünce biçimleri olarak benimsendi (Bull, 1976). Uluslararası İlişkiler’de normatiflik tartışmaları da yine bu merkezi düşünce biçiminin etkisi ile oluşmuş, adına Normatif Uluslararası İlişkiler denilen ve ‘uluslararası alanda’ etik, ahlak ve adalet üzerine yoğun tartışma üreten yaklaşım, üç R’lerce güdülenen uluslararası ilişkiler kuramlarınca şekillendirilmiştir (Hoffman, 1985). Örneğin, Hobbesiyen gelenekten beslenen realizm, devletlerin ve onların güvenlik çıkarlarının ahlaki üstünlüğünü benimserken; uluslararası alanda ahlaki eylemin sınırlılıklarının sebebi olarak da ahlaki boşluğu (devletler uluslararası ahlak’ı teşkil eden normların ne olduğu üzerinde uzlaşıya varamamaktadırlar), ahlaki göreceliği (değer sistemlerinin ve normların çoğulluğu etik/ahlaki davranış zeminini belirsizleştirmektedir), ahlakilik ikiliğini (bireye yönelik ahlaki sorumluluk devletlerin içerisinde geçerli, dışında değil) ve ulusal çıkarın önceliğini (devlet adamlarının ahlaki önceliği ulusal çıkarlara hizmet etmektir) göstermiştir (Hoffman, 1985, 31-32). Rasyonalizmden beslenen İngiliz Okulu ise devletler sisteminin ortak eylemler, gelenekler, normlar, ilkeler ve kurallar zemininde oluşmuş uluslararası toplumlardan müteşekkil bir yapı olduğunu; bu yapıların üyelerinin merkezi otoritenin yokluğunda da adil olan ve olmayan davranışı belirleyebildiklerini; tam da bu zeminde ahlakın, realizmin iddiasının aksine, ulusal çıkardan bağımsız var olduğunu savunmuştur (Bull, 1997, 13). Normatif Uluslararası İlişkiler tartışmalarına, İngiliz Okulu’nun bu noktadaki temel katkısı Grotiyen bir zeminde hukuk ve ahlakın devletler topluluğunun temel hareket zemini olduğunu savunması ile olmuştur – “hukuk ve ahlak, farklı ve hatta birbiriyle çelişen amaçları olan devletlerin aralarındaki ilişkileri düzenlemelidir” ifadesi takip edilen temel bir ön kabul olagelmiştir (Hoffman, 1985, 34). Rasyonalizm güdülü İngiliz Okulu’nun normatif uluslararası ilişkiler düşüncesine bir diğer katkısı ise dünya toplumu (world society) anlayışı ile bireyin uluslararası toplumun ahlaki sorumluluğu çerçevesinde ele alınması gerektiği savunusuyla olmuştur. Buna göre, uluslararası toplumda mevcut ortak normlar ve ilkeler devlet sınırlarını aşmış, insan hakları örneğinde görüldüğü üzere, bireyin devlet karşılındaki ahlaki eşitliği politika okumasının merkezine yerleşmiştir (bakınız Little, 1995).

Normatif uluslararası ilişkiler düşüncesine, diğer iki R’ye nazaran daha büyük katkılar yapmış olan Radikalizm güdülü normatif kozmopolitanizm düşüncesi ise diğer yaklaşımlardan biraz farklılaşarak bireyin devlet karşısındaki ahlaki üstünlüğü üzerinden bir uluslararası ilişkiler okuması yapmıştır. Normatif kuramdaki ahlaki üstünlüğe ilişkin bu ayrımlar, kuramda komüniteryan ve kozmopolitan normatiflik ayrımına da denk gelmektedir (bakınız Hoffman, 1994, 29). Üç R’den hareketle normatif uluslararası ilişkiler düşüncesi üzerine yaptığımız kısa inceleme açıkça göstermektedir ki, siyaset felsefesi uluslararası ilişkiler düşüncesinin geneli açısından önemli bir hareket noktası olagelmiştir. Şunu belirtmekte fayda var, burada ele alınan normatiflik daha en başında Uluslararası İlişkiler’in, yine siyaset felsefesi güdülü, kurucu tartışmasına denk gelir. Öyle ki disiplin temelde egemen siyasi birimler arasındaki ilişkilerdeki savaş sorununa normatif, reformcu ve uluslararası hukuktan, liberal uluslararasıcılıktan ve yerelden uyarlamadan (domestic analogy) beslenen ve ütopyacılık olarak itham olunan çare arayışlarından (ve onun eleştirilerinden) doğmuştur. Bu çalışmada eleştirilen normatif Uluslararası İlişkiler yaklaşımları böyle bir düşünsel miras üzerine geliştirilmiştir.

Şimdi Radikalizm güdülü normatif kozmopolitanizmin, kozmopolitanizmi anlayış biçimlerine biraz daha detaylı bakalım.

Kozmopolitanizm, Uluslararası İlişkiler ile ilişkilendirilirken, Kant her daim en temel referans noktası olmuş, dahası o “tam anlamıyla bir uluslararası ilişkiler teorisi geliştirmiş” olarak düşünülmüştür (Williams, 1992, 83). Buna göre Kant ebedi barış için nihai maddelerinde (definitive articles) evrensel bir kozmopolitan varoluştan ve bunun doğallığından bahsetmiş, bu kapsamda bireylerin, tıpkı devletler gibi, birbirleri aralarında otoritelerin sınırlamalarından bağımsız ve kesintisiz bir erişime ve diyaloga sahip olduklarını ve birbirlerine karşı kayıtsız kalamayacaklarını savunmuştur (Kant, 1991, 98-108). Burada birey, ahlaki hakları haiz bir otonom aktör olarak ele alındığından, devlet dâhil sosyal ve siyasal yapıların meşruluğu insanın bu otonomisini gerçekleştirmesini imkânlı kılışlarına bağlı olarak kabul edilmiştir (Hoffman, 1994, 30). Bu normatif kozmopolitan zemin, Uluslararası İlişkiler araştırmacılarınca devletlerin “kendi toplumunun üyelerine ve ‘diğerlerine’… özellikle de kötü durumlara maruz kalan yabancılara karşı haklarını ve görevlerini, yükümlülüklerini ve tercihlerini en iyi şekilde nasıl dengeleyeceklerini ve bütünleştireceklerini” tanımlamak için kullanılmıştır (Jones, 2011, 51). Bu genel çerçeve altında, Uluslararası İlişkiler’de normatif kozmopolitanizmin araştırma gündemini çoğunlukla küresel dağıtımcı adalet ve eşitsizlikler, devletin otonomisi ve müdahale, adil savaş, kimlikler (insan vs. yurttaş) ve sorumluluklar (ulusa/devlete vs. insanlığa), insan hakları ile küresel demokrasi ve demokratik yönetişim meşgul etmiştir.

Örneğin, alanın önde gelen araştırmacılarından Charles Beitz, Kant’ın müdahale karşıtı duruşunu (başlangıç ilkeleri 5 – preliminary article 5) revize ederek devletlere müdahalenin ahlaki gerekleri üzerine ölçütler geliştirmiş, ayrıca Rawls’ın dağıtımcı adalet yaklaşımından hareketle zengin devletlerin kendi sınırları dışındaki toplulukların, özellikle de kalkınamamış devletlerdekilerin, refahına katkıda bulunmak noktasındaki sorumluklarını (o bunlara dağıtımcı sorumluluklar diyor) incelemiştir. (Beitz, 1979, 69, 91-92, 128). Beitz, Rawls’ın başlangıç konumu (ilk konum, orijinal konum – original position)’nu uluslararası seviyesine taşımakta ve devletlerin bilgisizlik peçesi (cehalet örtüsü – veil of ignorance) altında kaynakların dağıtımında adil olabileceklerini, bunun daha az gelişmiş devletler için fırsat eşitliği yaratabileceğini savunmaktadır. Bir diğer önemli araştırmacı Onora O’Neill dağıtımcı adalet noktasında özellikle Üçüncü Dünya’ya yönelik kolektif bir haktan ziyade birey seviyesinde tanımlanmış haklar çerçevesinde eşitsizliklerin azaltılabileceğini ve küresel adaletin tesis edilebileceğini savunmaktadır (O’Neill, 1986). Bir diğer önemli kozmopolitan Uluslararası İlişkiler kuramcısı Andrew Linklater ise modern devletler sistemi tahayyüllerinin, sorumluluğu bağlı bulundukları toplumla sınırlı yurttaşlar ile daha büyük bir kümeyi teşkil eden insanlık arasında tarihsel olmayan bir ikilik ve çatışma türettiklerini savunmaktadır (Linklater, 1981, 24). Buna göre insanlık ve yurttaşlık arasında kurulan ikilik, özellikle bireylerin kendi ülkelerine/devletlerine karşı sorumlulukları ile insanlığa karşı sorumluluklarını uzlaşmaz bir şekilde ilki lehine kısıtlamaktadır. Ancak, Linklater’a göre, bu günümüz uluslararası siyasetinin durumunu yansıtmamakta, dahası evrensel siyasal topluluğun gerçekleşmesini engellemektedir. Çünkü “modern yurttaşlar yalnızca kendi topluluklarının üyesi olmaktan daha fazlasıdırlar” ve onların yükümlülükleri yurttaşlıklarını aşmaktadır; onlar “evrensel ahlaki iddialara duyarlıdırlar [ve] uluslararası ilişkileri, özgür yaşam sürdürme kapasitelerini gerçekleştirmek yönünde dönüştürmek onların [insanların] gücü dâhilindedir” (Linklater, 1982, 18; Linklater, 2001; Linklater, 2005). Bir diğer önemli araştırmacı David Held küresel kozmopolitan düzen ve demokratik kozmopolitan yönetişim üzerine çalışmalarında, devletlerin demokratik hesapverebilirliklerini ulusal seviyeden küresel düzeye çekmenin ve küresel düzeyde, karar verme otoritesinin dağılacağı çok katmanlı demokratik yönetişim biçimlerini oluşturmanın küresel yasama, yürütme, seçim ve karar verme süreçlerinin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayacağını savunmaktadır (Held, 1995). Held açısından bunun önemi, insanların kendi hayatlarını etkileyecek ve ulusal sınırları aşan konularda da demokratik haklarını etkin biçimde kullanmaları için ulusal seviyenin ötesinde bir katılım sürecinin gerçekleştirilmesinin gerekli oluşudur (Held, 2010, 18, 69, 99).

Burada anlattığımız kısa hikaye, Uluslararası İlişkiler’deki siyaset felsefesi güdülü kozmopolitanizmin normatifliğini, kozmopolitan gerçek tecrübeleri ortaya koymak noktasındaki eksikliklerini görünür kılmaktadır. Rawls’ın yaklaşımlarının uyarlanmasında bile eşitsizlikleri tanımakla birlikte, eşitsizliklerin yol açtığı kozmopolitan deneyimi, eşitsizliği yaşayana değil de onu çözecek olanın girişimlerine atfetmektedir.  İşte tam da bu sebeple, normatif kozmopolitan yaklaşım ‘ampirik olarak anlamlı’ sonuçlar üretemedikleri konusunda eleştirilmektedir (Beardsworth, 2011, 3). Benzer bir eleştiriyi benimseyen bu çalışma, Uluslararası İlişkiler’deki normatif kozmopolitanizmin, analitik odağı ahlaki-siyasi süreçlerle sınırladığını, bu sebeple de yalnızca küreselde değil yerel bağlamda da bağımlılıkların her iki tarafını birden tam olarak görünür kılamadığını, kozmopolitan ‘misyonu’ bilinçli ve ahlaki evrensel etik uygulamalara (ki bunun tanımlayanı bağımlılığın her iki tarafı değil) indirgediğini, sonuç olarak zımnen de olsa evrensel liberal yasal ve kurumsal düzen ve dil –buradan hareketle de emperyal vizyonu– üzerinden Batı-merkezli uluslararası siyasal anlatıyı ve tanımlamaları (kalkınma, ahlak, adalet, demokratik kötü yönetim, küresel tehditler vb. ) benimsediğini/güçlendirdiğini savunmaktadır.

Bu noktada, kozmopolitan tecrübeyi normatif süreçlere ve felsefi akıl yürütmelere hapsetmeden, normatif-olmamış/olmayan (böyle bir iddiası da olmayan) diğer ilişki biçimlerini ve bu ilişkilerin her iki tarafını birden görünür kılacak, bunun için de odağı siyaset felsefesinden ve normativizmden sosyolojiye ve kozmopolitan gerçek (ve yer yer gündelik) yaşam tecrübelerine kaydıracak yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Ampirik kozmopolitanizm, bu çalışmanın savunduğu üzere, bu alternatif okumayı sunmaktadır.

Sosyoloji Kozmopolitanizm İçin Ne Diyor?

Burada sosyoloji olarak genellenmekle birlikte, ampirik kozmopolitanizm tartışması sosyoloji yanı sıra antropoloji tartışmalarının katkılarıyla gelişmiştir. Tartışma, gerçek insanların ulus-ötesi, küresel ve küyereldeki (glocal) gerçek (actual) tecrübeleri yerelin gözünden açıklamaya çalışan evrenselci-sonrası (post-universalistic) tikelci (particularistic) uğraşlarca başlatılmıştır (Delanty, 2008).  Tartışmanın hedefinde kozmopolitanizme felsefi yaklaşımlar vardır ve temel argüman felsefenin pratikte tecrübe edilen kozmopolitanizmi düşünürken çok da işe yaramadığı, soyut kavramlar ve normatif eğilimler sebebiyle sağlıklı analitik inceleme araçları sunamadığıdır (Malcomson, 1998; Skrbis, 2004). Buna göre felsefi kozmopolitan yaklaşımlar kozmopolitan karakteri, evrensel etik değerler ve dünya yurttaşlığı için kitlelerin yerel kültürlerine başkaldıran ve tikel (yerel) bağlılıkları reddeden kişiler olarak tasavvur etmiştir. Yine bu yaklaşımda kozmopolitan uğraş seçkin insanların evrenselci küresel pratikleri olarak tasvir edilmiştir (Robbins, 1992). Ampirik kozmopolitanizm, kozmoplitanizmin bir elit uğraşı ve tercihi sayılışına karşıt biçimde, kozmopolitan tecrübeyi yerel (vernacular) ve tikel tecrübelere yaymaktadır. Bu, kozmopolitanizmin yaşanan, hem de tikel türlerde yaşanan, gerçek bir tecrübe/deneyim oluşluğuna yönelik bir kanaattir. Ancak burada önemli bir nokta, bu tecrübenin sıklıkla kaçınılmaz ve zorunlu olarak oluşan bir deneyim oluşudur. Paul Robinow’un sıkça atıf yapılan kozmopolitanizm tanımı bu çerçevede ampirik kozmopolitanizme ilişkin temel kavrayış zeminini temsil etmektedir. Robinow’un ifadesiyle kozmopolitanizm, kendisine “mekanların, kişiliklerin, tarihsel gidişatların ve kaderlerin kaçınılmazlıklarına ve tikelliklerine ilişkin (sıklıkla insanlara zorla dayatılan) akut bir bilinçliliğin eşlik ettiği makro-bağımlılıklara ilişkin bir inançtır” (Rabinow, 1992, 258).

Bu yaklaşımdan hareketle kozmopolitan süje dünyanın herhangi bir yerindeki, kendi kültüründen farklı bir kültüre kendi isteği dışında maruz kalmak durumunda kalan, hareketlilik noktasında sınırlı seçime sahip, göçmenler ve sığınmacıları da içine alır şekilde, sıradan insandır (Malcomson, 1998, 240). Ampirik kozmopolitanizm, bu minvalde, hem Batı hem de Batı-dışı ortamda gerçek ve sıradan insanların istemsiz ya da bunun bilgisine vakıf olmadan giriştikleri/parçası oldukları gerçekte var olan ve yer yer banal hale gelmiş pratiklere dikkat çekmektedir. Yine, komozpolitanizmi soyut, normatif, felsefi ve tercih üzere tanımlayan yaklaşımlara alternatif biçimde, aşağıdan gelen ve gerek hükümetlerin gerekse sıradan insanların yerel, ulus-ötesi veya küresel düzeydeki sıradan düşüncelerinden ve eylemlerinden hareketle anlamaktadır (Robbins, 1998; Beck, 2004).

Ampirik Kozmopolitan Uluslararası İlişkiler?

Peki, kozmopolitanizmi bu şekilde tanımlamanın Uluslararası İlişkiler için anlamı nedir? Örneğin, bu yaklaşım bize Yosef Lapid (2001)’in, Identities, Borders, Orders kitabının giriş kısmında ustalıkla tasvir ettiği, sınır, düzen ve kimlik etkileşimini göstermekte yardımcı olmaktadır.

Yine, Chris Rumford (2009)’un sınırların hareketliliğine ilişkin çalışmalarına referansla, bize sıradan insanın sınırları (resmi sınırların mekânsal olarak içinde ya da dışında) yeniden inşa etme, onları kaydırma ve ortadan kaldırma uğraşlarını, bu uğraşlara maruz kalanlar (örneğin mülteciler) üzerinden yeniden okuma imkânı sunar.  Ayrıca, bize gerek sınır kuran sıradan insanın gerekse sınır kurma uğraşına maruz kalanların kurdukları/tecrübe ettikleri ‘kozmopolitan uluslararası’nı (yerelde kozmopolitan uluslararası tecrübeyi) görünür kılma şansı verir.

Ampirik kozmopolitanizm Uluslararası İlişkiler için, yalnızca yerelde değil,  küresel anlamda da anlamlı sorgu zeminleri sunmaktadır. Buna göre, ampirik kozmopolitanizm açısından küresel risklerin (ki bunlar küresel ekonomik krizler, iklim değişikliği, terörizm ya da yaygın insani yıkımlar/acılar olabilir) yan etkileri olarak ortaya çıkan ve çoğu trajik küresel gelişmeler olan kozmopolitan gerçeklikler, sıradan insanları kozmopolitan süjeler yaptığı kadar, ortaya çıkarttıkları kozmopolitan zorunluluklar (cosmopolitan imperatives) zemininde onlara kaçamayacakları kozmopolitan sorumluluklar da yüklemektedir. Bunun sebebi, kozmopolitan gerçekliklerin bir kişinin yaşamını, acılarını, ya da var oluşunu, henüz kişi fark etmeden ya da istemeden “başka bir dünyanın, yabancı kültürlerin, dinlerin, tarihlerin ve küresel karşılıklı bağımlılığın” parçası yapması; gerek Batıdaki gerekse Batı-dışındaki modern toplumların teritoryal olarak tanımlanmış yönetim sistemlerini yer yer anlamsız bırakacak şekilde devletler ile başka devletlerin yurttaşları arasında karar verme sürecinde etkileşimler/karşılaşmalar (encouters) yaratması; yerli ile yabancıyı birbirine karıştırarak gündelik küresel farkındalıklar üretmesi; herkesi doğrudan ve evrensel bir yakınlık içerisinde yaşıyor olarak tahayyül ettirmesi; “aksi takdirde birbirleriyle ilişkili olmak istemeyen sınırlar ötesindeki aktörleri” harekete geçirip aralarında bağ kurması; ulusal farklılıklardan kaynaklanan ötekine ilişkin aldırışsızlığı (indifference) ve mekânsal uzaklıkları aşması; ve sonuç olarak da ulusal durumca üretilmiş dahil edici ve dışarıda bırakıcı ve aidiyeti tanımlayıcı “iç ve dış, ulusal ve uluslararası, biz ve onlar” gibi ikilikleri analitik olarak anlamsızlaştırmasıdır (Beck, 2006, 13, 14, 19; Beck 2007; Beck 2009; Beck and Grande, 2010, 417; bu durumun Uluslararası İlişkiler’deki metodolojik sonuçları için bakınız Tabak 2018).

Bu ortaya çıkan yeni gerçeklikler normatif bir kozmopolitanizmi doğurmamaktadır – ampirik kozmopolitanizmin dikkat çektiği hususlar sınırların olmadığı, evrensel sorumlulukların bir ödev olarak üstlenildiği bir âna atıf yapmamaktadır. Burada dikkat çekilen ve Uluslararası İlişkiler’deki normatif kozmopolitanizme de alternatif olarak sunulan okuma biçimi, istemsiz ortaya çıkmış kozmopolitan gerçekliklerin zorunlu olarak kozmopolitanlaştırdığı ilişkilerden türeyen kaçınılmaz kozmopolitan sorumluluklardır. Burada kozmopolitan tecrübe, sorumluluk veya müdahillik evrensel etik ve ahlak üzere ya da bunlara duyulan ihtiyaçtan hareketle değil işbirliği yapmak ve müdahil olmak konusunda ortaya çıkan kaçılamayan (inescapable) zorunluluklardan türemektedir. Tam da bu sebeple ampirik kozmopolitanlaşma sayısız aktörün (hükümetler, epistemik topluluklar, sivil toplum kuruluşları, iş çevreleri, göçmenler ve hatta terörist gruplar) dahil olduğu ve her bir aktörün müdahillik çerçevesini sınırlar ötesinde diğer aktörlerin tutumlarına göre belirlediği ve yeniden tanımladığı “refleksif bir durum” olarak ortaya çıkmaktadır (Beck ve Grande, 2010, 418). Bu, refleksivite’nin, yani eyleme girişmenin ve girişmemenin sonuçlarının farkında olma halinin, normatifliği (yani ahlaki gereklilikleri) ortadan kaldırdığı bir durumdur; çünkü içerisinde sıradan insanların da olduğu bu kozmopolitan deneyim ve müdahillik, insanların kontrollerinin dışında gelişen ve normatif anlamda kozmopolitan olsun diye yapılmamış eylemler bütünüdür (Beck ve Sznaider, 2006, 7). Ulrich Beck, tam da bu sebeple, kozmopolitan gerçekliklerin “otomatik olarak kozmopolitan duygular üretmediğini” savunmaktadır (Beck, 2003, 27).

Uluslararası İlişkileri de ilgilendirir şekilde bu ampirik kozmopolitan gerçekliklerin, yukarıda sıralanan sınır bölgeleri ya da riskler yanı sıra farklı göstergeleri de vardır; örneğin, küresel azınlık temsillerindeki artışlar, uluslararası seyahatlerde ve hareketlilikte yaşanan artışlar, sıradan insanların ulusötesi örgütlere ve girişimlere katılımındaki artışlar, sınırların yayılması, artan küresel nitelikli eylemler, ulusötesi habercilik, hafızanın ulusötesi hareketliliği, ulusötesi yönetişim uygulamalarındaki ve ulusötesi işletmelerdeki artışlar, orduların ulusötesileşmesi, ulusötesi silah üretimlerinin yaygınlaşması, iç savaşlardaki yabancı savaşçılar ve hatta terör örgütlerinin ulusötesi nitelikli hale gelişi. Bu noktada, ampirik kozmopolitanizm, kozmopolitanizmin düşmanlarının bile evrensel düzeyde gündelik yaşamın kozmopolitanlaşmasına katkı sunduğunu göstermektedir (Beck, 2007, 287).

Bu anlatı ve tecrübeler, normatif kozmopolitan Uluslararası İlişkiler’in ürettiği analitik araçlarla açıklanamadığı gibi, onlarca görünmez de kılınmaktadır.

Sonuç Yerine

Bu çalışmada Uluslararası İlişkiler’de mevcut normatif kozmopolitanizmin ampirik kozmopolitan bir eleştirisini yaptık; bu zeminde de sosyoloji güdülü ampirik kozmopolitan bir yaklaşımın Uluslararası İlişkiler için sunduğu imkanlarını tartıştık. Yapmaya çalıştığımız, sosyoloji içerisinde gelişen ampirik kozmopolitanizm tartışmalarından hareketle, normatif kozmopolitanizmin sınırlılıklarını göstermekti. Yine bu zeminde normatif kozmopolitanizmin Uluslararası İlişkiler için sonuçlarını da göstermiş olduk. Ampirik kozmoplitanizme ilişkin sosyoloji içerisinde gelişmiş çokça eleştiri mevcuttur ve bunlar normatif kozmopolitanizmin elini de güçlendirmektedir, ancak bu çalışmanın spesifik amacı sebebiyle ilgili eleştiriler kapsam dışında tutulmuştur. Aynı gerekçeyle Uluslararası İlişkiler içerisinde mevcut normatif kozmopolitanizm eleştirilerini de bu çalışmanın kapsamı dışında tuttuk (özellikle de yüksek politikaya odaklanmış bir alan olarak Uluslararsı İlişkiler’in ahlaksız olan, etik dışı olan ve normatif olmayanı açıklamaya çalışan bir alan olduğu yönündeki yaklaşımları, bakınız Beardsworth, 2011, 2).

Uluslararası İlişkiler açısından ampirik kozmopolitan bir ele alış ve inceleme zemini, normatif kozmopolitanizmin küresel zımni liberal hegemonya savunuculuğuna alternatif olarak, Batı-dışına yayılmış bir kozmopolitanlaşma sorgusu imkanı sunabilir – post-kolonyal çalışmalar bu noktada çok önemli katkı yapmış durumda. Yine, ulusal olarak tanımlanmış ve sınırlanmış sorumlulukların, sadakatin ve bağlılıkların yeniden ele alınması noktasında önemli bir zemin olabilir – ki özellikle feminizm eleştirileri bunu çok uzun süredir başlatmış durumda. Son olarak, ampirik kozmopolitanizm gündelik yaşamın kozmopolitanşalmasını ve uluslararası’nın gündelik yaşamdaki tezahür (kurulum) biçimlerini gözlemlemek açısından da önemli bir alternatif olabilir.