Soğuk Savaş sonrasında Doğu Bloku’nun dağılması sonucu Uluslararası Güç Merkezi olarak ABD, tek süper güç olma vasfını 1990’lar boyunca tartışmasız korudu. 2000’lerin başı itibariyle başta Rusya ve Çin olmak üzere diğer ülkelerin ekonomik ve siyasal yükselişleri ABD’nin söz konusu ayrıcalıklı konumunu tartışılır hale getirdi. 2010’lar boyunca gittikçe belirginleşen bu sürecin birçok unsuru olduğu halde Avrasyacılık gittikçe daha anlamlı hale geldi.

Avrasyacılık, Çarlığın ve Sovyetlerin dağılma döneminde Rusya merkezli jeopolotiğin üstünlüğünü koruma ve güçlendirme stratejisi olduğu halde 2018 şartlarında ilave anlamlar kazanmıştır. Sovyetler Birliği dağılmasıyla 1990’lar boyunca Rusya Federasyonu’nun da parçalanma sinyalleri vermesi, Rus aydınını yeni arayışlara itmiştir. Moskova merkezli bir Rus devletinin süper güç olmasının tehlikeli bir hayalcilikten ibaret olduğunu savunup tek çarenin ABD önderliğinde batının talimatlarını uygulamak olduğunu savunan liberaller yanında eski toprakları geri almak için daha fazla güç ve şiddet kullanmanın gerekliliğini söyleyen Rus milliyetçileri veya komünistleri de bulunmaktaydı. Buna karşın Avrasyacılar, Çarlık veya Sovyet döneminin bir anlamda işgalci politikaları yerine öncelikle “Yakın Çevre”, daha sonra diğer Afro-Avrasya ülkeleriyle global politikalarda dayanışma, işbirliği, Moskova merkezli stratejilerde yoğunlaşmayı gündeme getirdiler. Bu bağlamda söznkonusu ülkelerin ekonomik sistem, siyasal rejim, din, dil ve kültürel alanlarda olabildiğince özgür olmalarını kabul etmek, ancak genel stratejik konularda ABD’nin güdümüne girmelerini engellemek gerekmektedir. Böylece Rusya’nın çıkarlarına halel getirmemek, NATO ve AB’nin genişlemesiyle ABD’nin yeni nüfuz bölgeleri kurmasını önlemek hedeflenmiştir.

1990’lar, Rusya Federasyonu’nu hedef alan hareketlere karşı mücadele ile geçtiği halde 2000’ler, Balkanlar ve Kafkasya’da Atlantikçi genişlemeye karşı mukavemete sahne olmuştur. Renkli devrimler ile Sovyet coğrafyasında ABD destekli yönetimlerin iktidara gelmesi bir aşama sonra yaygın tepkiye sebep olmuş, Rusya’nın karşı saldırıya geçmesinin meşruiyet kaynağı haline gelmiştir. Arap Baharı, ilk yıllarda elde edilen bazı “başarılara” karşın süreç, Suriye’de kilitlenmiştir. 2018 başı itibariyle bu ülkedeki iç savaş ve belirsizlik, önemli ölçüde Rusya’nın eski etkinlik bölgelerini yeniden ele geçirmesine neden olmuş ve ABD’nin yayılmacı stratejisini önleme hedefine kilitlenmiştir.

Temelinde jeopolitik üstünlükleri değerlendirme stratejisi olduğu halde Avrasyacılık tarihin dönüm noktalarında farklı anlamlar kazanmıştır. Günümüzde ekonomik olduğu kadar askeri, siyasi, teknolojik, bilimsel yönleriyle daha hızlı yükselen Asya devletleri, önemli ölçüde Rusya-Çin’in siyasi çekim alanında yoğunlaşmaktadır. Bu kapsamda Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği, Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü gibi hükümetlerarası vasfı ağır basan, kuruluş amaçları doğrultusunda başarıları tartışmalı kamplaşmalar ortaya çıkmıştır. Bununla beraber bu örgütleşmelerin siyasi etkinliği gittikçe artmaktadır.

Soğuk Savaş dönemi sonuna doğru ABD üniversitelerinde sayıları gittikçe artan Rusya, Orta Asya, Kafkasya araştırma kurumları daha çok bölgeyi tanımaya yoğunlaşırken 1990’larda ideolojik olarak çöken Çin ve Rusya coğrafyasının farklı yönleriyle paylaşılması hedeflenmekteydi. Günümüzde ise bu merkezlerin amacı, Avrasyacılığın temel gündemi, yükselen veya “yeniden güçlenen” devletlerin geleceğini belirlemek, kaçınılmaz sürece karşı neler yapılabileceğini araştırmaktır. Siyaset alanında Trump’ın gittikçe daha fazla izolasyona kayan, bir anlamda Avrasyacı yükselişe karşı duvar ören çıkışları, akademik alandaki tereddütlerin yersiz olmadığını göstermektedir.

Avrasya’nın merkez ülkesi durumundaki Türkiye’nin, bu alandaki gelişmelere bigâne kalmaması, çıkarlarının gereği olmaktan öteye bir zorunluluktur. Her ne kadar günümüz siyasi haritasındaki yeri Rusya ile mukayese edilemeyecek düzeyde olsa da etnik, dini ve tarihi boyutlarıyla jeopolitik etkinliği Avrasya stratejilerinin temel aktörü haline getirmektedir. Bu gerçekten hareketle Moskova, Ankara’yı yanında tutmak için uçak krizi sürecinde olduğu gibi önemli fedakârlıklara katlanabilmektedir.

Doğusu ve batısı ile Avrupa, Avrasyacı stratejilerin ayrılmaz parçası olduğu halde, günümüzde Asya ülkeleri devâsâ pazar veya başta enerji olmak üzere hammadde deposu olmanın ötesinde aynı zamanda üretim ve bilim merkezleri haline gelmektedir. Bu bağlamda Avrasya coğrafyasında filizlenen yeni “Silikon vadileri”nin ABD’nin bu alandaki tartışılmaz üstünlüğünü yakın gelecekte tartışılır hale getireceği açıktır.

Ülkemizde Uluslararası İlişkiler çalışmalarının, klasikleşen ve genellikle gelişmeleri geriden takip eden kalıpları aşarak Avrasya’daki gelişmelere daha fazla yönelmesi gerekmektedir. Esasen bu yönde gerek akademik camiada gerekse devlet ve sivil toplum kuruluşları bünyesinde önemli kurumsallaşmalar gerçekleşmiştir. Marmara Üniversitesi’nde dört yıl önce başlattığımız lisansüstü programını, “Uluslararası Politik Ekonomi” olarak belirlememizin önemli ölçüde Avrasyacılık boyutu bulunmaktadır. Başta Rusça olmak üzere bölge ülkeleri dillerinin daha fazla öğretilmesi, araştırmaların sadece İngilizce kaynaklara dayanmadan ilgili ülkenin kendi diliyle birincil kaynaklarından beslenmesi son derece önemlidir. Bu kaygı ile birçok üniversitede olduğu gibi yurt dışında Rusça okutman getirterek öğrencilerimize bu alanda da fırsat sunmuş durumdayız.

Bu gerçekler ışığında “Küresel Çalışmalar Platformu”nu oluşturmuş olan bölümümüz öğretim görevlileri Ali Murat Kurşun, Hakan Mehmetcik, Ferit Belder ve Gökhan Katıtaş’ı kutlayarak başarılar diliyorum.