“Kamu diplomasisi, bir hükümetin, ulusunun fikir ve ideallerini, kurumlarını ve kültürlerini, ulusal hedeflerini ve mevcut politikalarını anlama çabası içinde yabancı kamuoyu ile iletişim kurma sürecidir” (Tuch 1990). Bu iletişim sürecinde kamu diplomasinin bir dalı olarak nitelendirilebilecek olan kültürel diplomasi faaliyetleri de yer almaktadır. Kültürel diplomasi, bir ülkenin kültürünün yabancı kamuoylarını etkilemek amacıyla kullanılmasını ifade etmektedir (Mark 2009). Diğer bir deyişle kültür bir iletişim aracı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu iletişim şekli de eğitim, profesyonel sanat değişimleri, bilgi ve fikir alışverişine imkân veren akademik değişimler gibi faaliyetleri içermektedir. Birçok araştırmacı ve diplomat günümüzde kültürel diplomasinin kamu diplomasinin önemli bir bileşeni olduğunu ifade etmektedir. Bu iletişim sürecindeki amaç yabancı ülkelerin vatandaşlarının gönüllerini ve akıllarını kazanmaktır (Melissen 2005).

Kamu diplomasisinin ortaya çıkışı klasik diplomasinin evrilmesiyle gerçekleşmiştir. Klasik diplomaside hâkim olan askeri ve ekonomik güç üzerinden yabancı ülkeler üzerinde etki doğurma anlayışı kamu diplomasisi ile yerini eğitim, bilim, sanat, kültür, medya ve turizm gibi öğelere bırakmıştır (Yücel 2016). Daha da önemlisi, klasik diplomaside olduğu gibi askeri ve ekonomik güç tehdidinin devletin çıkarlarını korumak üzere kullanılması anlayışı devletlerin birbirlerine bağımlılıklarının giderek arttığı uluslararası ilişkiler sisteminde anlamsızlaşmakta, hatta devletlerin çıkarlarını zedeleyebilecek bir noktaya evrilmektedir. Uluslararası sistemde giderek daha fazla hâkim olan yeni anlayış ‘yumuşak güç’ ekseninde tartışılmakta ve bu anlayışa göre yabancı kamuoyları ile duyusal ilişkiler kurma, onların üzerinde sempati yaratma merkezi konumda yer almaktadır.

Yukarıda anılan eğitim, medya, kültür, turizm, bilim gibi araçlar kültürün ve kültürel öğelerin kamu diplomasiye hizmet etmesinin önünü açmaktadır (Bkz. Kraidy ve Al-Ghazzi 2013). Nitekim bu araçlar yabancı ülkelerin halklarıyla duygusal bağlar geliştirmesini amaçlayan uzun vadeli stratejiler ve kampanyaları barındırmaktadır. Devletler ulusal çıkar tanımlarına paralel olarak bu araçları çeşitlendirmekte ve kamu diplomasisi uygulamalarını geliştirmektedir. Johnson ve Dale (2003) ABD’nin kültürel ve akademik değişim programlarının önemine işaret etmekte ve Anwar Sadat, Helmut Schmidt ve Margaret Thatcher gibi dünya liderlerinin kariyerlerinin ilk aşamalarında ABD’nin kültür ve değerleri hakkında eğitilmelerinin önemli bir kamu diplomasisi faaliyeti olduğunu vurgulamaktadır. Bryne ve Hall (2001) de eğitimin yumuşak güç aracı olarak nasıl kullanıldığını Avusturalya’nın uluslararası eğitim sistemi üzerinden incelemiştir.

Kamu diplomasi iletişim ile birebir ilişkili olduğundan iletişim alanındaki yenilikler kamu diplomasisinin kapsamını genişletmektedir. Ancak kamu diplomasisini sadece iletişim ve uluslararası ilişkiler kalıpları içine yerleştirmek de doğru olmayacaktır. Disiplinlerarası sınırların yoğunlaştığı bu dönemde kamu diplomasisinin ekonomi, dış politika, halkla ilişkiler ve kamu yönetimi alanlarının kesiştiği bir noktada konumlandırmak doğru olacaktır. Bu yapısıyla kamu diplomasisi disiplinlerarası bir araştırma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazıda kamu diplomasisinin gelişimini, literatürde çalışılan temaları ve alandaki boşlukları ifade etmeye çalışacağım.

Kamu Diplomasisinin Tarihsel Gelişimi

Diplomasi tarihine baktığımızda yabancı kamuoylarını etkileme ve onlar üzerine nüfus oluşturma idealinin çok eskilere dayandığı görülmektedir. Tarihin her döneminde imaj oluşturma ve propaganda faaliyetleri yabancı kamuoyları üzerinde etki yaratmak için devletler tarafından kullanılmıştır. Bu nedenle Melissen (2005) kamu diplomasisi için “yeni şişelerde servis edilen eski şarap” benzetmesini yapmaktadır. Melissen (2005), 15. yüzyılda matbaanın icadı ile birlikte yabancı kamuoyları ile iletişime geçme olgusunun yeni bir boyuta taşındığını ifade etmekte ve Orta Çağların sonuna doğru Venediklilerin diplomasi servisi içinde dağıttıkları bültenleri, Gutenberg’in açılmasını ve Kardinal Richeliu’nun Dışişlerinden sorumlu danışmanlığa verilmesini kamu diplomasisin tarihteki mevcudiyetinin önemli göstergeleri olarak hatırlatmaktadır. Olins (2003) de Fransızların ülkelerinin imajını diğer Avrupa ülkeleri gözünden yeniden şekillendirmek üzere ulus markalaması yoluna başvurduğunu ve bu yöntemlerin XIV. Louis döneminde zirveye ulaştığını göstermektedir (Bkz. Olins 2005). Melissen’e (2005) göre Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti için de Mustafa Kemal Atatürk benzer bir süreç izlemiş ve ülkenin yüzünü ve kimliğini tam anlamıyla dönüştürmek için çaba harcamıştır.

1900’lü yılların başında kamu diplomasisinin daha az iyimser halleri olan Faşizm ve Komünizm gibi akımlar belirmeye başlamıştır. Soğuk Savaş dönemi hem doğu hem de batı bloğu için iletişim araçlarının hünerli bir şekilde sergilenmesine sahne olmuştur. Nitekim bu dönemde rakibin vatandaşları ile doğrudan iletişim kurmak nükleer cephaneye sahip olmaya eşdeğer görülmekteydi. ABD bu dönemde kamu Sovyet Komünizmini ve onun Amerikan karşıtı propagandasını bertaraf etmek ve ABD hakkında olumlu bir imaj yaratmak için bir dizi kamu diplomasisi (kültürel diplomasi) faaliyeti başlatmıştır (Grincheva 2010). Bu faaliyetleri Yale Richmond Soğuk Savaş’ın kültürel boyutunu incelediği kitabında ifade etmekte ve Amerikan İstihbarat Servisi ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülen değişimlerin, bilgi programlarının ve diğer faaliyetlerin Sovyet bloğunda demokratik fikir ve değerlerin yayılmasında etkin rol oynadığını arşiv kayıtları yoluyla aktarmıştır. Ayrıca Richmond, dengeli ve samimi yayınların daha önce kullanılan propaganda tekniklerinden daha etkin olduğunu ifade etmiştir (Richmond 2019). Yayıncılık faaliyetleri ABD’nin 1942 yılında Amerika’nın Sesi (Voice of Amerika-VOA) radyosununu kurmasıyla önem kazanmıştır. Bu radyo 1943 yılında 23 alıcı aracılığıyla 27 farklı dilde yayın yapmış ve kısa zamanda 53 dile genişlemiştir (Johnson ve Dale 2003). Bu tür basın brifingleri Demir Perde arkasındaki gazete ve radyonun geniş kitlelere yayılmaya henüz başladığı dönemde Amerikan fikir ve değerlerinin yayılmasında etkin rol oynamıştır (Johnson ve Dale 2003). Aynı zamandza Amerikan jazz müziği ve müzikal özgürlük mesajları da Amerikan fikir ve değerlerinin Sovyet halkına aktarılmasında önemli bir araç olarak ifade edilmektedir (Johnson ve Dale 2003; Mark 2009; Davenport 2010).

Soğuk Savaş döneminde kullanılan bu kamu diplomasisi faaliyetleri ABD’li yetkililer için Soğuk Savaş sonrası döneme de ışık tutmuştur (Critchlow 2006). Bunu takip eden dönemde de kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlaşması ve uluslararası seyahat ağlarının gelişmesiyle diplomasinin kapsamı ve öznesi değişmiş, sıradan vatandaşlar diplomasinin temel aktörleri arasında yer almaya başlamıştır. Eskiden devletten devlete yürütülen ilişkiler artık devletler ve kamuoylarına genişlemiş, sıradan vatandaşlar tüm hiyerarşik kalıpları yıkarak farklı bir iletişim tarzı geliştirmişlerdir (Yücel 2016). Bu nedenle Karadağ (2016) kamu diplomasisinin uluslararası ilişkilerde yeni bir boyut ifade ettiğini ortaya koymaktadır.

Son 40 yıl içinde kamu diplomasisinde gözle görülür ve önceden öngörülemeyecek kadar geniş bir yelpazede genişleme söz konusu olmuştur. Benzer şekilde yurtdışında yaşayan vatandaşlarına hizmet vermeyi mümkün kılan konsolosluk hizmetleri de önem kazanmaktadır. Bazı ülkeler diplomasideki bu hızlı dönüşümü yakalamış ve dışişleri bakanlıklarında yapılandırmaya giderek ya da kamu diplomasisini yönetmek için yeni profesyonel kurumlar oluşturarak bu süreci yönetmeye başlamıştır. Bu doğrultuda Aouragh (2016) İsrail’in Hasbara adı verilen kamu diplomasisi kurumunu incelemiş ve bu kurumun sosyal medyanın temel algoritmalarını yöneterek ve bu alana özel fonlar ayırarak kamu diplomasisini büyüttüğünü, daha merkezi ve profesyonel bir yapıya büründürdüğünü göstermektedir. Hindistan ise ‘Hindistan Kültürel İlişkiler Konseyi’ni (The Indian Council of Cultural Relations) oluşturmuştur (Hall 2012). Ayrıca Hindistan yabancı üniversitelerde Hint Çalışmaları kürsüleri kurarak ve Hindistan ile ilgili akademik çalışmalara sponsorluk sağlayarak kültürel diplomasi çalışmaları yürütmüş ve hem iç hem dış kamuoyunu etkilemeye yönelik dış politika söylemini de genişletmiştir. Zhong ve Lu (2013) araştırmasında ABD hükümetinin Çin kamuoyu ile online olarak etkileşime geçmek için siyaset, toplum, kültürel hayat ve ikili ilişkilere odaklandığı ve bu alanlardaki içerikleri zamanına uygun olarak ve farklı sosyal medya platformlarında paylaştığını ortaya koymuştur. Türkiye’de ise kamu diplomasisinin parçası sayılabilecek bir dizi kurum mevcuttur. Bunlar içinde Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü (KDK) bulunmakla birlikte bununla sınırlı değildir (Köksoy 2015).

 

Kamu Diplomasisinde Yumuşak Güç ve Ulus Markalaması

Diplomasi literatüründe daha genel olarak kamu diplomasisi giderek daha fazla çalışılan ve disiplinlerarası yaklaşımları bir araya getiren bir ilerleme göstermektedir. Kamu diplomasisi devletlerarası müzakerelerin ötesine geçen bir özellik göstermesi bakımından iletişim alanındaki çalışmaların ilgi odağı olmuştur (Leonard ve Vidhya 2000; Cowan 2009; Kelley 2009; Snow and Taylor 2009; Zaharna 2009). Halkla ilişkiler, diplomasi ve kamu diplomasisi arasındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koyan bir dizi akademik çalışma kaleme alınmıştır (L’Etang 1994; 2006; Signitzer and Coombs 1992; Yun 2006; Szondi 2009). Benzer bir literatür Türk akademisinde de belirmiştir (Köksoy 2014). Ancak bu yazı, kamu diplomasisinin daha çok uluslararası ilişkiler alanına yakın bir noktada konumlanan ‘yumuşak güç’ ve ‘ulus markalaşması’ kavramlarına odaklanacaktır. Nitekim kamu diplomasisi alanında öne çıkan bir eser olarak Jan Melissen tarafından derlenen “The New Public Diplomacy: Soft Power in International Relations” (Yeni Kamu Diplomasisi: Uluslararası İlişkilerde Yumuşak Güç) adlı eserde de benzer teorik argümanlar temel alınmıştır ve bu kavramlar kamu diplomasisine hizmet eden stratejiler olarak belirmektedir.

İlk olarak yumuşak güç kavramı literatürde sıklıkla vurgulanmaktadır. Kamu diplomasisi yaklaşımı gönüllü meşruiyetin güç kullanarak sadakat elde etmekten daha güvenli ve kalıcı olduğu algısı üzerine kurgulanmıştır. Joseph Nye’nin (2005) popüler ‘yumuşak güç’ (soft power) kavramı şiddeti içermeyen ve agresif olmayan dış politika araçlarının rasyonelleşmesini ifade etmektedir. Daha sonra yayınladığı bir eserinde de yine Nye (2008) kamu diplomasisi ile yumuşak güç kavramı arasındaki benzerlikleri ortaya koymuştur. Bu kavram, devlet hakkında yabancı kamuoyunda olumlu bir imaj çizme ve askeri güç kullanmak yerine ülke hakkında cazibe yaratmak üzerine kurgulanmıştır. Yumuşak güç kavramı Avrupa Birliği (AB) çalışmalarında sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin Michalski (2005) AB’nin dış ilişkilerinde kendini normatif bir aktör olarak konumlandırması ve yumuşak güç algısı yaratarak bir kamu diplomasisi izlediği şeklinde yorumlamıştır. Mai’a ve Melissen (2013) daha güncel olan çalışmasında Avrupa’nın kamu diplomasisinden bahsetmektedir. Ancak bunun dışında da yumuşak güç kavramının Çin (Wang 2011, Ding 2008), Hindistan (Malone 2011; Mullen 2015; Thussu 2013) ve İran (Wastnidge 2015) gibi vaka analizleri üzerinden çalışıldığı ve bu çalışmaların güç kullanmadan ve kültürel öğeler aracılığıyla yabancı kamuoyu ile iletişime geçme, imajını koruma ya da yükseltme gibi bulgular etrafında şekillendiği için kamu diplomasisi çalışmaları içinde konumlandırmak önemlidir.

Riordon (2015) yeni bir dış politika paradigması yoluyla kamu diplomasisinin nasıl yönetileceğini izah etmektedir. Bu eser ılımlı İslam ile köprüler inşa etme, sivil toplumu geliştirme, hükümetler dışı aktörle işbirliği yapma gibi uygulamaları kamu diplomasisi araçları olarak betimlemiştir. Türkiye özelinde de yumuşak güç kavramı özellikle Türkiye’nin AB’ye resmi olarak aday olarak kabul edildiği 1999 yılı sonrasında dramatik bir şekilde artmıştır. İlk olarak Ziya Öniş (2003) Türk dış politikasında normatif değişimleri incelemiş ve ‘sevecen güç’ (benign power) kavramını kullanmıştır. Sonrasında da Türkiye’nin yükselen bir ‘yumuşak güç’ ifadeleri Tarık Oğuzlu  (2007), Altunışık (2008) tarafından kullanılmıştır. Benzer bir çalışma da Kemal Kirişci tarafından kaleme alınmıştır. Ancak Kirişci (2009) yılında yayınladığı ‘tacir devletin yükselişi’ (rise of trading state) olarak başlıklandırdığı eserinde Türkiye’nin ticari ve ekonomik çıkarları doğrultusunda barışçıl dış politika araçları benimsediğini ve kendisini dış politikada askeri güç kullanımını ve tehdidini reddeden, yumuşak güç ve diyaloğu benimseyen bir ülke olarak konumlandırdığını savunmaktadır. Ayrıca Kirişci (2009) Türkiye’nin bu yaklaşımının Turgut Özal döneminde benimsenen Yunanistan’a ‘zeytin dalı uzatma’ olarak bilinen dış politika girişiminin bir parçası ve devamı olduğunu savunmuştur.

İkinci olarak da ulus markalamasının kamu diplomasisi ile ilintili literatürde öne çıkan diğer bir kavram olduğu görülmektedir (Bkz Simonin 2008; Szondi 2008; Dolea 2015). Ulus markalaması tanım itibariyle bir ulusun imajını geliştirmek ve yönetmek için markalaşma ve pazarlama iletişim tekniklerinin kullanılması olarak tanımlanabilir (Bkz. Anholt 2004). Türk hükümetinin desteklediği TURQUALITY platformunu da önemli bir ulus markalaması örneği olarak ifade etmek gerekir. TURQUALITY dünyada ilk kez kullanılan bir uygulamaya işaret etmekte ve Türkiye’nin uluslararası pazarlarda küresel bir aktör olmak için kendi markalarını ve vizyonunu öne çıkarması, 10 yıl içinde 10 yeni marka oluşturması hedefiyle 2003 yılında oluşturulmuştur (Askin 2016). Ulus markalaması ekonomi ve işletme alanında ortaya çıkmakla birlikte kamu yönetimi ile doğrudan ilişkili ve çoğunlukla şehir markalaşması olarak Türkçeleştirilen ‘place branding’ kavramının uluslararası ilişkiler alanına uyarlanmasıdır (Olins 2005; Cull 2010). Kamu diplomasinin değişen doğası ve daha geniş bir kamuoyuna ulaşma konusundaki artan vurgu nedeniyle kültürel diplomasi insanları interaktif iletişim ve kültürel değerleri ve inançları paylaşmak için bir araya getirebilen somut olmayan bir güç biçimi olarak eşsiz bir rol oynamaktadır (Brown 2006). Ancak ulus markalamasında kültürel diplomasi sadece bir araç olarak kurgulanmaktadır. Bu aracın sonunda ulaşılmak istenen ideal ise ekonomik çıkarların korunmasıdır.

Literatürde ülkelerin yabancı ülkelerin vatandaşları üzerinde sempati uyandırmak için bir dizi imaj çalışmasına girdiği görülmektedir. Bu tür çalışmalar Japonya ve Taiwan (Huang 2011), Japonya (Iwabuchi 2015) gibi tek vakalar ve Bulgaristan ve Romanya gibi post-komunist uluslar (Kaneva 2011a; Kaneva 2011b) ve Almanya ve Brezilya (Andrei 2016) karşılaştırmalı vakaları bazında incelendiği de görülmektedir. Bu çalışmalarda öne çıkan hedef bu ülkelerin ekonomik çıkarlarını korumak ve ülkelerine yabancı yatırımcı ve turist çekmek ve kendi yatırımcılarının da yurtdışında yatırım yapmalarını desteklemektir (Bkz Anholt 2004). Literatürde ayrıca hükümetlerin turizm ve spor gibi alanlar üzerinden ulusal ve kültürel kimlik geliştirdikleri ve bu kimlikleri kamu diplomasisi araçı olarak kullandıkları da vurgulanmaktadır (L’Etang 2009). Özellikle Olimpiyatların ulus markalaşması hedefleri doğrultusunda kullanıldığı da akademik literatürde tartışılan konular arasındadır (Bkz. Chebabi 2001; Horton 2008). Bu tür faaliyetler tanıtım ve ikna edici strateji ve teknik içermektedir ve sinema ve televizyon ve yeni medya gibi araçların kullanılmasıyla yürütülmektedir. Ulus markalaması kavramı da bu ölçüde kültürel diplomasi çalışmaları ile örtüşmekte ve kamu diplomasisi içinde konumlanmaktadır. Nitekim Schneider’ın (2005) çalışması Amerikan kültürünü ihraç etme ve kültürel diplomasi çalışmalarının benzer idealler üzerine kurulduğunu göstermektedir.

Türkiye için ulus markalaması kavramı üzerine uluslarası ilişkiler merkezli bir literatür belirmiştir. Bunlardan biri Rumelili ve Süleymanoğlu-Kürüm (2017) tarafından kaleme alınan ‘Türkiye Markası: Eşik Kimlik ve Sınırlılıkları’ (Brand Turkey: Liminal Identity and Its Limits) adlı eseridir. Bu eserde Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında kalmış ‘eşik kimliğini’ yapıcı bir şekilde kullanmak için Doğu’da Doğu’ya Batı’da Batı’ya hitap etmek için farklı stratejiler geliştirdiğini ifade etmektedir. Türkiye’de olmamakla birlikte Türkiye vakası üzerine yapılan bu alanda iki önemli çalışmayı da vurgulamak önemlidir. Bu çalışmalar Kraidy ve Al-Ghazzi tarafından yapılmış ve Türkiye’nin Arap dünyasındaki kamu diplomasisi faaliyetlerine ulus markalaması üzerinden odaklanmıştır. Kraidy ve Al-Ghazzi (2013) Türk dizilerinin yabancı ülkelere ve Arap dünyasına pazarlanmasının Arap halklarına ulaşmak için yegane bir araç olduğunu ve Türk popüler kültürü üzerinden bir erişilebilir bir modernite aşılamakta olduğunu irdelemekte ve uluslararası medya yayınlarının jeokültürel sonuçlarını gözler önüne sermektedir. Ayrıca bu çalışma Türkiye’nin basın yayın yoluyla Orta Doğu’da yeni bir imaj oluşturma çabası içinde olduğunu ifade etmektedir. Bu çalışmanın devamı niteliğinde olan Al-Ghazzi ve Kraidy (2013) ise Türk hükümeti tarafından 2010 yılında kurulan ve Arap dünyasında yayınlanan TRT-7-al-Turkiyya ve Arap medyasında Türk popüler kültürünün ve Türkiye’nin nasıl işlendiğini incelemiştir. Bu çalışma Arap dünyasında Türkiye’nin yükselen bir ekonomik ve siyasi güç olarak yansıtılması için popüler kültür, ekonomik markalama teknikleri gibi yollara başvurarak yumuşak güç gösterisi yaptığını iddia etmekte ve bunu ‘Neo-Ottoman’ bir marka yaratma stratejisi olarak betimlemektedir. Bu çalışmalara ek olarak Türkiye’de ulus markalamasını kamu diplomasisi aracı olarak Türkiye’deki akademik çevrelere tanıtan önemli çalışmalar mevcuttur (Bkz. Tecmen 2018; Köksoy 2015;  Yağmurlu 2019; Yılmaz ve Kılıçoğlu 2017). Bu çalışmalarda Kamu Diplomasisi Kurumu, TİKA ve Turquality girişiminin ulus markalaması yoluyla kamu diplomasisine katkı sağlayan yönleri vurgulanmıştır.

Sonuç Yerine: Kamu Diplomasisi Çalışma Alanları

Yukarıda yapılan inceleme doğrultusunda kamu diplomasisi alanında bazı boşluklar ve çalışma alanlarının tespiti mümkündür. Bunlardan birincisi bilginin sınır tanımadığı günümüzde kamu diplomasisinin sosyal medya ve dijital ortamlar üzerinden yürütülmesinin muhtemel zorlukları ve kamu diplomasisinin ne ölçüde kendi amaçlarına hitap eden sonuçlar doğurduğudur. Halkla ilişkiler yönetimi ve iletişim tekniklerine maksimum özen gösterilmediği takdirde bu faaliyetler kamu diplomasisi amaçlarına aksi sonuçlar doğurabilmektedir. Ancak kamu diplomasisinin iç ve dış faktörlerin etkisiyle ne tür sonuçlar doğurabileceğine ilişkin çalışmalar literatürde yeterince irdelenmemiştir. Bu boşluğa hitap eder nitelikteki bir çalışma Aouragh (2016) tarafından kaleme alınmıştır. Bu çalışmada İsrail’in kamu diplomasisi kurumu olan Hasbara’nın İsrail diplomasisini istikrarsızlaştırdığı ve çevrimiçi gazetecilik ve Filistin dayanışmasının kümülatif olarak İsrail’in şiddet kullanarak işgal eden sömürgeci bir güç olduğu imajına katkı sağladığını göstermiştir. Bu nedenle kamu diplomasisinin amaçları ve hedefleri arasındaki çelişkinin pratiğe nasıl yansıdığının farklı vaka örnekleri üzerinden incelenmesi alandaki boşlukları doldurmaya katkılar sunacaktır. İdeal senaryolara ek olarak eleştirel bir bakış açısıyla gerçek pratiklerin incelenmesi kamu diplomasisi çalışmalarında hala doldurulması gereken bir boşluk olma özelliğini sürdürmektedir. Aouragh’ın (2016) çalışmasından yola çıkarak hangi koşullar altında ve ne şekilde kamu diplomasisinin başarı göstereceğine ilişkin bir teorik yaklaşımın oluşturulması önem arz etmektedir. Aouragh’ın bu alandaki öncü çalışması genişletilmelidir ve farklı vakalara uygulanarak teorikleştirilmeye katkı sağlanabilir. Türkiye’nin Arap dünyasında yürütmüş olduğu faaliyetlerin de güncel dış politika gelişmeleri doğrultusunda ne ölçüde Türkiye’nin imajına katkı sağladığı da benzer bir boşluktur. Kraidy ve Al-Ghazzi 2013 yılında yayınladıkları eserlerde Türkiye’nin başarılı ulus markalama stratejilerinden bahsetmektedir. Ancak bu durumun Gezi olayları sonrasında ve güncel iç ve dış politika uygulamaları ile hala geçerliliğini koruyup korumadığı çalışılabilir.

İkinci olarak özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemi ele alan akademik çalışmalarda kamu diplomasisinin uzun ve kısa vadeli hedeflerinin ayrıştırılmadığı görülmektedir. Kısa vadede kamu diplomasisi hedef kitle olan bireyler üzerine odaklanarak Neoliberal politikalar çerçevesinde serbest piyasa paradigmalarını ülkenin kalkınma çıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirmek üzere kurgulanmıştır. Ancak bu stratejileri uzun vadede küresel ve bölgesel güç olma ideallerinden ayrıştırmanın mümkün olmadığının da altını çizmek gerekir. Diğer bir deyişle kamu diplomasisi aracı olarak kullanılan etik ve insani söylemin ne ölçüde emperyalist hedefleri barındırdığı da dikkate alınmalıdır. Rasmussen ve Merkelsen (2012) kamu diplomasinin güvenlik yönüne dikkat çekerek bu boşluğa önemli bir katkı sağlamaktadır. Kültürel diplomasinin emperyalizm ile ilişkisini inceleyen de bazı çalışmalar mevcuttur (Topić ve Sciortino 2012, Grandin 2006; Fosler-Lussier 2012). Ancak bu çalışmalar sınırlı sayıda vaka incelemekte ve alanda yoğunlukla çalışan araştırmacıların ve hedef kitlenin bulunmasından dolayı ABD merkezli bir yaklaşımla incelenmektedir. Bu nedenle kamu diplomasininin kültürel emperyalizm ile ilişkisini açıklayan akademik çalışmalar farklı vaka incelemeleri üzerinden çalışılabilecek önemli bir alana işaret etmektedir.

Üçüncü olarak kamu diplomasisi üzerine akademik ilgi odağı hükümetlerin uluslararası kamuoylarını farklı medya platformları kullanarak nasıl etkilediği üzerine yoğunlaşılmıştır. Kamu diplomasisi özelde kitle iletişim araçlarına bağlıdır. Hükümetler uluslararası kamuoyuna ulaşmak için radyo, televizyon yayını ve basılı medya araçlarını kullanmaktadır. Internet ve Web 2.0’ın gelişmesi hükümetlere sadece yeni araçlar sağlamamış, aynı zamanda kamuoylarına iletişim araçlarını seçme ve çevrimiçi olarak kendilerini ifade etme imkanı sağlamıştır. Internet sayesinde halk tarihte hiç olmadığı kadar güçlü ve güçleri de farklı ağlara bağlandıkları ölçüde artmaktadır (Cull 2011: 6; Storie 2015). Ancak kamuoyunun devletlerin kamu diplomasisi politikalarını nasıl etkilediği konusu akademik çalışmalarda önemli bir boşluktur. Dolayısıyla neden sonuç ilişkisinin hangi yöne doğru gittiği, kamu diplomasinin bir araç mı yoksa bir zorunluluk mu olduğu incelenmeyi beklemektedir.

Dördüncü boşluk ise Türkiye’deki kamu diplomasisi literatürüne özgüdür. Bu alandaki literatür Türkiye’de henüz sınırlıdır ve ulus markalaması yaklaşımı özellikle de uluslararası ilişikler literatürü içinde oldukça az çalışılmış bir alandır. Bu nedenle kamu diplomasisinin Türkiye’nin 2000’lerin başından beri izlediği dış politika vizyonu, yumuşak güç vurgusu ve ulus markalaması kavramlarının pek çok boyutuyla çalışılması mümkündür. Özellikle dijital teknolojilerin evrimiyle birlikte Türkiye’de halihazır Türkiye’nin tanıtımı ve imajı üzerine çalışan kurumlar arasındaki kurumsal farklılıkların ve muhtemel çatışmaların incelenmesi de faydalı olacaktır. Farklı ülkelerdeki kamu diplomasisi uygulamalarının ve kurumlarının Türkiye ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi Türk kamu diplomasisinin etkinliğini artırmaya yönelik politikalara ışık tutarken bu alandaki literatürü de zenginleştirecektir. Yine bu kapsamda kamu kurumlarına ek olarak sivil toplum kuruluşlarının yürütmüş oldukları kamu diplomasi faaliyetleri de akademik çevrelerce Akçadağ (2011) ve Eren (2017) tarafından incelenmekle birlikte hala akademide bir boşluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının sınırları aşan faaliyetleri de düşünüldüğünde bu kurumların kamu diplomasisine verdiği katkının da akademide yer alması ve kamu diplomasisiyle ilgilenen kurumlar arasında sayılması gerekmektedir. Türk akademisinde Gülmez ve Cebeci’nin (2020) self-determinasyon hareketlerinde kamu diplomasisinin rolünü Katalonya örneği üzerinden incelediği makalesi bu alandaki boşluğu dolduran önemli bir çalışmadır. Bu çalışmada Katalanların self-determinasyon haklarını öne çıkarmak amacıyla bir dizi kamu diplomasi faaliyetine girdikleri ve bu faaliyetleri hem resmi hem de gayrı-resmi kanallar üzerinden yürüttüklerini ortaya koymaktadır. Türkiye dışındaki vakaların incelenmesi Türkiye’de bu literatürün yaygınlaştırılmasında önemlidir ve Türkiye’deki kamu diplomasisi faaliyetlerini karşılaştırma imkânı sunacaktır.

Son olarak çalışılan analiz birimleriyle ilgili bir sınırlılık mevcuttur. Literatürde ulus markalaması ve yumuşak güç kavramları kamu diplomasinin bir parçası olarak incelenmektedir. Ancak akademinin kültürel diplomasiye olan ilgi odağı azalmaktadır. Bu bulgu ABD’nin sanat ve kültürel diplomasiye daha az kaynak ayırdığını gösteren bir dizi akademik çalışmada da vurgulanmıştır (Mark 2009; Grincheva 2010). Görsel ve sahne sanatları organizasyonları gibi uluslararası değişim programlarının ne ölçüde kamu diplomasisine hizmet ettiği de incelenebilecek başka bir alan olarak düşünülebilir.