Uluslararası İlişkiler1 disiplini birçok düşünce geleneğinden beslenerek birey, devlet ve sistem düzeylerinde uluslararası ilişkileri açıklamayı ve anlamayı amaçlayan bir sosyal bilim dalıdır. Dolayısıyla disiplin içerisinde epistemolojik, metodolojik ve ontolojik bakımdan çeşitli kuramsal yaklaşımlar mevcuttur. Bu çeşitlilik paralelinde Uluslararası İlişkiler düşünürleri arasında pek az uzlaşı noktalarının olduğunu söylemek mümkündür. Güç kavramının uluslararası ilişkilere dair üretilen bilgi ve birikim içerisinde kullanılan temel kavramlardan bir tanesi olduğu, az olan uzlaşı noktalarından birisi olarak karşımıza çıkaktadır. Hatta daha da ileriye giderek, güç kavramının Uluslararası İlişkilerin en temel kavramı olduğunu iddia eden birçok düşünür mevcuttur.2

Öte yandan, güç kavramının önemi hususundaki uzlaşı hali kavramın nasıl ve ne yönde tanımlanması konusunda yerini derin bir anlaşmazlığa bırakmaktadır. Sonuç olarak, disiplin içerisinde neredeyse her kuramsal yaklaşım sahip olduğu epistemolojik ve metodolojik prensipler paralelinde fark güç kavramsallaştırmaları ortaya çıkarmıştır. Esasen bu şaşırtıcı bir durum meydana getirmemektedir. Güç, doğası itibariyle kuram bağımlı (theory dependent) bir kavramdır. Merrit ve Zinnes (1989) ve aynı zamanda Mearsheimer (2001)’den hareketle başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, gücün nasıl tanımlanacağı benimsenen kuramsal duruşla esastan alakalıdır.3 Uluslararası İlişkiler bünyesinde var olan kuramsal çeşitlilik göz önüne alındığında disiplin içerisinde birçok güç kavramsallaştırması olması olağan bir sonuçtur.

Bu yüzden, eldeki bu çalışma güç kavramını tanımlama çabası içerisine girmekten ziyade disiplinde kullanılan güç kavramsallaştırmalarını ortaya koymayı ve sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Çalışma dâhilinde potansiyel güç, ilişkisel güç, kurumsal güç, yapısal güç ve söylemsel güç adı altında beş güç kavramsallaştırması detaylandırılacaktır. Bu kavramsallaştırmaların sınıflandırılması hususunda kıstas olarak Max Weber, Steven Lukes ve Michel Foucault’ın güç tanımları kullanılacaktır. Buna göre Weber’in tanımında güç, aktörlerin çıkar çatışmasını çözüme kavuşturan bir faktör olarak ele alınmaktadır. Lukes’ta güç, aktörlerin çıkarlarının şekillendirilmesi sürecinde anlam kazanmaktadır. Foucault’ın güç anlayışında ise gücün olmadığı bir durumda öznelerin varlığından söz edilemeyeceğinden güç, çıkarların üretilmesi doğrultusunda tanımlanmaktadır.

Çıkar Çatışması İçerisinde Güç

Weberci anlayışta güç (macht), “bir aktörün sosyal bir ilişki içerisinde, dirençle karşılaşmasına rağmen hangi temele dayandığı fark etmeksizin arzusunu gerçekleştirme olasılığı” olarak tanımlanmaktadır.4 Tanımdan hareketle, Weberci güç anlayışı en az iki aktörün bulunduğu bir güç ilişkisini ve bu ilişki içerisinde bir aktörün diğer aktörlerin davranışlarını bunların çıkarlarına rağmen kendi çıkarı doğrultusunda kontrol etmesini işaret etmektedir. Buna göre güç, aktörlerin çatışan çıkarları doğrultusunda girdikleri ilişkinin ortaya çıkardığı sonuca bakılarak anlaşılmaktadır. Neticede, Weberci güç anlayışını anlamlandıran temel özellik aktörlerin içerisinde bulunduğu çıkar çatışması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buradan hareketle, Uluslararası İlişkiler çalışmalarında pozitivist epistemoloji ve metodolojik prensipler üzerine inşa edilmiş kuramsal yaklaşımlar dâhilinde bulunan potansiyel güç, ilişkisel güç ve kurumsal güç kavramsallaştırmalarını Weberci güç anlayışı dâhilinde sınıflandırmak mümkündür.

Potansiyel Güç

Potansiyel güç kavramsallaştırması realist kuramcıların uluslararası politikaya dair görüşleriyle mana kazanmaktadır. Realistler en temel tasvirle, uluslararası sistemin birbirleriyle sürekli çıkar çatışması halinde yaşayan devletlerden oluştuğunu ve bu çatışmanın temelinde ise birbirlerine rağmen bekalarını sürdürme güdüsünün yattığını iddia etmektedir. Realistlere göre güç, devletlerin bekalarını sağlamak yani çatışan çıkarlarını gerçekleştirmek hususunda temel araçlarıdır. Devletler sürekli olarak diğerlerinin sahip olduğu gücü gözleme ve kendi güçlerini artırma çabasındadır. Dolayısıyla, realistler için uluslararası politika özünde bir güç mücadelesidir.5

Realistler uluslararası politikada güce verdikleri önem paralelinde kavramı tanımlama teşebbüsleri içerisine de girmişlerdir. Bu paralelde, potansiyel güç kavramsallaştırması gücü genel geçer verilere bakılarak ölçülebilen bir mefhum olarak tasvir etmektedir. Bu anlayışa göre bir devletin sahip olduğu güç, bu devletin elinde bulundurduğu kimi maddi ve soyut kaynakların toplamı ya da spesifik bir kombinasyonudur. Güç analizlerinde potansiyel kavramsallaştırmayı benimseyenler genellikle devletlerin toprak büyüklükleri, nüfusları, ordularının büyüklükleri, askeri harcamaları ve ekonomileri gibi göstergeleri hesaba katmaktadır. Ancak pek tabii potansiyel güç hesaplamaları tamamen maddi (tangible) kaynaklarla ilgili göstergelerle sınırlı değildir. Zaman zaman devletlerin sahip oldukları soyut veyahut kolay kolay ölçülemeyen-sayılamayan (intangible) kaynaklar da potansiyel güç hesaplamalarına dâhil edilmektedir. Bunun en çok kullanılan örneklerinden birisini uluslararası politikayı bir güç mücadelesi olarak tasvir eden Morgenthau vermiştir. Morgenthau’ya göre bir devletin ulusal gücü şu faktörlere bakılarak ölçülebilir: coğrafya, doğal kaynaklar, endüstriyel kapasite, askeri hazırlık derecesi, nüfus gibi maddi kaynaklar ve ulusal karakter, ulusal moral, diplomasi yürütme kabiliyeti gibi soyut kaynaklar.6

Potansiyel güç kavramsallaştırmasını benimseyenler gücün genel geçer olarak ölçülebileceği varsayımıyla hareket ederek maddi ya da soyut olsun devletlerin sahip olduğu kaynakları analiz etmektedirler. Devletler sahip oldukları kaynakların aralarındaki dağılımlarına (distribution of power) bakılarak uluslararası güç hiyerarşisinde büyük, orta büyüklükte ve küçük gibi sınıflara ayrılmaktadır. Bu manada uluslararası sistemde görece çok miktarda maddi kaynaklara ve gelişmiş soyut kaynaklara sahip devletler büyük güçler olarak ve görece az miktarda maddi kaynaklara ve az gelişmiş soyut kaynaklara sahip devletler küçük güçler olarak adlandırılmaktadır. Sahip olduğu kaynaklar bakımından büyük ve küçük güçlerin arasında yer alan devletler ise orta büyüklükte güç olarak tanımlanmaktadır. Buradan hareketle, potansiyel güç kavramsallaştırması içerisinde baskın olan anlayış çerçevesinde devletlerin uluslararası sistemdeki rolleri, fırsatları ve seçenekleri sahip oldukları kaynakların miktarı paralelinde şekillenmektedir. Büyük güçler sahip oldukları kaynaklar bakımından diğerlerine göre uluslararası sistemi şekillendirme ve hedeflerine ulaşma noktasında daha yüksek potansiyele sahiptiler.7

İlişkisel Güç

Gücü devletlerin sahip olduğu kaynakların toplamına bakarak ölçülebilen bir mefhum olarak kavramsallaştıran potansiyel kavramsallaştırma beraberinde güç analizi açısından kimi sorunlar getirmektedir. Bunlardan en belirgini ve ilişkisel güç kavramsallaştırmasını benimseyen düşünürler tarafından öne çıkarılanı, potansiyel güç kavramsallaştırmasının gücü meydana getiren kaynakları kullanıldıkları, kullanılacakları ya da kullanılmaları muhtemel bağlamdan (context) bağımsız bir şekilde aynı etkiyi doğurur şekilde ele almasıdır. Bu noktada potansiyel güç kavramsallaştırması uluslararası ilişkilerde gücü, iktisattaki para ile aynı kefeye koymaktadır.8 Ancak ilişkisel güç kavramsallaştırmasını benimseyenler paranın iktisattaki işleviyle gücü meydana getiren bir kaynağın uluslararası ilişkilerdeki işlevinin aynı olmadığını (the fungibility problem) belirtmektedir.9 Para her türlü iktisadi alışverişte aynı derecede değere sahipken, gücü meydana getiren bir kaynak uluslararası ilişkilerin her alanında aynı değere ve etkiye sahip değildir. Örneğin, para miktarına bağlı olarak aynı şekilde bir ev, araba, kitap ya da hizmet satın alabilirken, bir devletin güç bileşenlerinden birisi olarak ordu büyüklüğünün askeri bir çatışmada yarattığı etkiyi ticari bir meselede yaratması mümkün değildir. Bu nedenle ilişkisel güç kavramsallaştırmasını benimseyen düşünürler gücün devletlerin sahip oldukları kaynaklara bakılarak ölçülmesini yanlış bulmakta ve güç kavramı ve analizinin bağlamsal nitelikte olmasını savunmaktadırlar.

Buradan hareketle, ilişkisel güç kavramsallaştırması gücü aktörler arasındaki sosyal ilişkiler içerisinde bir değişken olarak değerlendirmektedir.  Aktörlerin sahip olduğu kaynakların güç olarak değerlendirilebilmesi temel olarak bu kaynakların içerisinde kullanılacakları ilişkinin niteliklerine bağlıdır. Niteliklerden kasıt güç ilişkisine giren aktörlerin amaçları (scope), ilişkiye girdikleri çevre (domain), amaçlarına ulaşmak doğrultusunda kullandıkları kaynaklar (means) ve bunun sonucunda ortaya çıkan sonuçtur (weight).10

Neticede gücün ilişkisel bir mefhum olarak ele alınması kavramın tanımını değiştirmektedir. Güç ilişkisel kavramsallaştırma içerisinde artık sahip olunan kaynakların toplamı ya da spesifik bir kombinasyonu değil, aktörler arasındaki ilişkinin sonucunu ortaya çıkaran sebep haline gelmektedir. Bir aktör arzu ettiği hedeflere ulaşmak için girdiği ilişkinin sonucunu bu hedefler doğrultusunda cezalandırma ve ödüllendirme gibi araçlarla şekillendirebildiği ölçüde güçlü olmaktadır. Böylece güç bir çeşit neden-sonuç ilişkisi içerisinde anlam kazanmaktadır. Bu doğrultuda güç, arzu ettiği hedeflere ulaşmak için eylemde bulunan ve bunun neticesine göre kendisine güç atfedilen aktörün yaptığı eylemin, üzerinde güç uygulanan aktör ya da aktörlerin eylemlerinde meydana getirdiği değişime bakılarak tespit edilmektedir. Veyahut Dahl’ın deyişiyle A, B’den B’ye aksi takdirde yapmayacağı bir şeyi yaptırabildiği ölçüde güçlü olmaktadır.11 Buna göre güç bir mesele üzerinde çıkar çatışması yaşayan devletlerin meseleyi kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilme ve neticelendirme kabiliyeti olmaktadır ve bağlamsal olarak analiz edilerek olayları ya da güç ilişkisinin neticesine göre tespit edilebilmektedir.

Kurumsal Güç12

Uluslararası sistemin anarşik yapısının içerisinde ortaya çıkan ve giderek genişleyen kurumsallaşmış alanlar uluslararası örgütler, rejimler, teamüller gibi kurumsallaşmış kuralların devlet davranışlarını etkilediğini göstermiştir. Nitekim devletler uluslararası sistemde çıkarlarını sadece kendi kendine yetme, dengeleme ve peşine takılma davranışlarıyla değil, aralarında oluşturdukları kurumsallaşmış kurallar marifetiyle de gerçekleştirebilmekte ve maksimize edebilmektedir.13 Bu bakımdan uluslararası kurumsal mekanizmalar devletler için müzakere edebilecekleri, sözlerini yerine getirip getirmediklerini denetleyebilecekleri ve işbirliği yapabilecekleri platformlar sunmaktadır. Bunun yanında bu mekanizmalar ihdas ettikleri kurallar, normlar ve rejimler yoluyla devlet davranışlarına kılavuzluk edebilmekte, onları yönlendirebilmekte ve hatta sınırlayabilmektedir. Kurumsal güç kurumsal mekanizmaların bu işlevlerinden hareketle, aktörler arasındaki güç ilişkileri içerisinde kurumsallaşmış kuralların aktörlere sağladığı yapısal avantaj ve dezavantajlara odaklanmaktadır.

Uluslararası sistemde kurumsallaşmış alanlar yaygınlaştıkça ve bu alanların kural ihdas etme kabiliyetleri genişledikçe çıkar çatışması meydana getiren meseleler direkt olarak cezalandırma ve ödüllendirme biçiminde ilişkisel güç yoluyla değil, devlet ilişkilerini düzenleyen kurumsal düzenlemeler ve rejimler vasıtasıyla da hallolmaktadır. Bu noktada güç, ilişkisel kavramsallaştırmada olduğu gibi A’nın B’ye B’nin aksi takdirde yapmayacağı bir şeyi yaptırması şeklinde değil, A ile B arasındaki çıkar çatışmasını A’nın lehine çözümleyen kurumsal bir karaktere bürünmektedir. Başka bir ifadeyle A ve B arasındaki çıkar çatışması, devletlerarası ajandayı, devletlerin davranış seçeneklerini, müzakere şekillerini ve kurallarını belirleyen kurumsallaşmış mekanizmalar aracılığında sonuca kavuşmaktadır. Bu kurallar devletlere avantajlar ve dezavantajlar sağlamaktadır. Güç ilişkisi böylece A’nın davranışları ve B’nin davranışları arasında direkt bir neden-sonuç ilişkisi biçiminde ortaya çıkmamaktadır. A’nın davranışları B’nin davranışlarında değişim ya da devamlılığı kurumsallaşmış kurallar aracılığıyla sağlamaktadır.

Sonuç olarak kurumsal güç kavramsallaştırması, gücün tespiti hususunda aktörler arası direkt ilişkilerden ziyade aktörler arası kurumsal ilişkileri öne çıkarmaktadır. Böylece Bull’un deyimiyle uluslararası sistemi uluslararası toplum14 yapan kurumsallaşmış kural ve mekanizmalar gücün pratik edildiği alanlar olmaktadır. Bu bakımdan bu kural ve mekanizmaların avantaj sağladığı aktörler diğerleriyle çatışan çıkarlarını gerçekleştirebilmekte ve kurumsal açıdan güçlü olmaktadır.15 Diğer taraftan, dezavantajlı durumda olan aktörlerin çıkarları doğrultusunda davranışlar sergilemeleri yine kurumsallaşmış kural ve mekanizmalar aracılığıyla engellenmektedir. Dolayısıyla, kurumsal güç genel olarak aktörlerin kurumsal bariyerlerden ötürü veremediği kararlar (the proverbial dogs that do no bark) ve yapamadığı davranışlarla alakalıdır.16 Bu temelde Krasner, uluslararası liberal ticaret rejiminin “Güney” ülkelerine karşı sanayileşmiş “Kuzey” ülkelerine avantaj sağlayan ticari ilkeleri, standart davranış biçimleri, kurallar ve karar alma mekanizmalarının bir kurumsal güç (veyahut Krasner’in deyimiyle metapower) örneği olduğunu belirtmektedir. Bunun karşısında özellikle 1970’li yıllarda “Kuzey-Güney” tartışması dâhilinde “Güney” ülkelerinin desteklediği “Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen (New International Economic Order)”, “Kuzey” ülkelerine avantaj sağlayan uluslararası liberal ticaret rejiminin yarattığı kurumsal gücün “Güney” lehine değişmesini amaçlamıştır.17 Bu açıdan “Kuzey-Güney” tartışması esasta bir kurumsal güç mücadelesi örneğidir.

Çıkarların Şekillendirilmesi Sürecinde Güç

Lukes’un güç anlayışı Weber’den farklı biçimde gücü tanımlarken aktörler arası çıkar çatışmasını gerekli bir unsur olarak görmemektedir. Zaten Lukes’a göre güç kullanımının deyim yerindeyse en etkili ve sinsi yolu, güç ilişkisi içerisinde çatışma unsurunun olmadığı yani üzerinde güç uygulanan aktörlerin direnç göstermediği durumlardır.18 Buradan hareketle güç, aktörlerin belirli bir biçimde davranmaya zorlanmasıyla çıkarların gerçekleştirilmesi şeklinde vuku bulmamaktadır. Aksine güç, aktörlerin istek, algı ve çıkarlarının sosyal değerler, önyargılar, normlar yoluyla şekillendirilmesi ve yapmaları istenen davranışın onlara doğru, uygun ve meşru gelmesini sağlamaktır. Böylece aktörler istenilen davranışı gönüllü biçimde yerine getirecektir. Bu anlayış içerisinde güç, sadece karşıdaki aktörlerin davranışlarını kontrol etmek değil aynı zamanda istek, algı ve çıkarlarının şekillendirmekle alakalıdır. Dolayısıyla, Weberci güç anlayışında temel özellik aktörlerin içerisinde bulunduğu çıkar çatışmasıyken, Lukesçu anlayışta güç çıkarların şekillendirilmesi sürecinde anlamlanmaktadır.

Uluslararası İlişkiler disiplininde Lukesçu anlayış çerçevesinde sınıflandırılabilecek güç kavramsallaştırması yapısal güç kavramsallaştırmasıdır.

Yapısal Güç

Yapısal güç kavramsallaştırası gücü aktörler arası çıkar çatışması içerisinde değil, aktörlerin çıkarlarının şekillendirme süreci içerisinde anlamlandırdığından post-pozitivist epistemolojik ve metodolojik prensiplere sahip Uluslararası İlişkiler kuramları dâhilinde literatürde yer almaktadır. Nitekim güç, aktörler arası çıkar çatışması içerisinde tanımlandığında aktörlerin davranışlarındaki değişim ya da devamlılığa bakılarak pozitivist ilkelere uygun biçimde gözlenebilir ve ölçülebilir bir değişken olarak ele alınabilmektedir. Çıkarların şekillendirilmesi sürecinde güç davranışlar üzerinde yaratılan etkiden ziyade toplumsal ilişkileri düzenleyen sosyal değerler, önyargılar ve normlarla aktörlerin kimlikleri, çıkarları ve sosyal kapasitelerine ve bunlara atfedilen uygun davranış kalıpları arasındaki karşılıklı inşa sürecine işaret etmektedir. Bunlar arasındaki ilişki pozitivist manada gözlenebilir ve ölçülebilir olmadığından, yapısal güç kavramsallaştırması temelde post-pozitivist sosyal inşacı ve eleştirel yaklaşımların kuramsal sınırları içerisine girmektedir.

Yapısal kavramsallaştırma gücü bireylerin, birey gruplarının ya da bunların bir araya gelerek oluşturduğu kolektivitelerin birbirlerine karşı uyguladıkları bir etki aracı olarak görmemektedir. Aksine güç yapısal bir karakterde ele alınarak, toplumsal yapı içerisindeki birimlerin sahip olduğu kimlikler, çıkarlar ve bu doğrultuda sosyal kapasitelerinin şekillendirilmesiyle ilişkilendirilmektedir.19 Başka bir deyişle, aktörlerin ontolojik varlıkları, kendilerini ve etraflarını nasıl anlamlandırdıkları içerisinde bulundukları toplumsal yapının etkilerinden bağımsız değildir. Yapı içerisinde her aktör için bizatihi yapıyı meydana getiren sosyal ilişkiler vasıtasıyla toplumsal roller ve kimlikler edinmektedir. Bu roller ve kimlikler aktörlerin toplum içerisindeki yerlerini, kendileri için uygun davranış biçimlerini ve diğer rol ve kimliklerle ilişkilerini tayin eden materyal ve normatif unsurlar taşımaktadır. Aktörler kimlik ve rollerine uygun davranış kalıplarını pratik ederek kimlik ve rollerini, aynı zamanda toplumsal yapıyı yeniden inşa ederler.20 Karşılıklı inşaya dayalı bu şekillendirme süreci yapısal güç olarak adlandırılmaktadır.

Yapısal gücün en temel özelliği aktörlerin toplumsal yapı içerisinde sahip oldukları kimlik ve rolleri istekli biçimde kabul etmesi ve uygun davranış kalıplarını gönüllü biçimde yerine getirmesidir. Nitekim aktörler içerisinde yaşadıkları toplumun değerleri, önyargıları, normları dâhilinde başka alternatifleri olmadığını ya da sahip oldukları kimlik ve rollerin kendileri için doğal, doğru ve yararlı olduğuna inanmaktadır. Bu yüzden aktörler kendileri için gerçekten doğru ve yararlı olabilecek çıkarların varlığını dahi sorgulamadan üzerilerinde kurulu tahakkümü gönüllü biçimde içselleştirmektedir.21 Bu yüzden yapısal güç kavramsallaştırması içerisinde çatışma unsuru bulunmamaktadır. Zira aktörlerin davranışlarını belirleyen kimlikler, roller, çıkarlar ve bunlar arasındaki ilişkiler yapısal güç yoluyla şekillenmektedir. Yapısal güç kavramsallaştırmasını benimseyenler yapısal karakterdeki bu güç ilişkisinin açığa çıkarılması yoluyla bireylerin üzerlerindeki tahakkümün farkına varmalarını sağlayarak fikrî özgürleşmenin (emancipation) önünü açmayı amaçlamaktadır.22

Literatürde Cox’un hegemonya anlayışı içerisinde hegemon sınıfın çıkarlarının “fikirler”, “materyal kapasite” ve “kurumlar” vasıtasıyla kurulmuş tarihsel yapı içerisinde diğerleri tarafından kabul edilmesi ve bu çıkarlar doğrultusunda uygun davranış biçimlerinin uygulanması bir yapısal güç örneğidir.23 Benzer biçimde Gill ve Law, uluslararası iktisadi sistemde sermayenin sahip olduğu gücün bir yapısal güç örneği olduğunu göstermektedir. Buna göre uluslararası iktisadi sistemde ekonomik büyümeyi sağlamak hususunda dış yatırımın kilit bir öneme sahip olduğuna dair yaygın görüş mevcuttur. Bu görüş devletlerin çıkar ve tercihlerini şekillendirmekte ve devletler gönüllü şekilde dış yatırımın önünü açacak iktisadi politikalara yönelerek dış yatırım çekmek için rekabet etmektedir. Böylece sermaye uluslararası iktisadi sistemde önemli bir yapısal güce erişmektedir.24

Çıkarların Üretilmesi ve Güç

Weberci ve Lukesçu güç anlayışları her ne kadar farklı bakış açılarına sahip olsalar da, gücün çıkar çatışması içerisinde ya da çıkarların şekillendirilmesi sürecinde baskılayıcı ve tahakküm edici boyutlarını öne çıkarmaktadır. Foucault’un güç anlayışı ise gücün baskılayıcı ve tahakküm edici olmasının yanında üretken de olduğunun altını çizmektedir. Nitekim Foucault’a göre güç, söylemler yoluyla pratik edilmekte ve hayatın her alanına sirayet ederek anlamlar üzerinden dünyayı var etmektedir. Buna göre gücün olmadığı bir durumda dünya anlamsız bir boşluk olacaktır. Nitekim dünya ve içerisindeki özneler, kimlikler, objeler, olaylar ve eylemler söylemler yoluyla üretilen anlamlar marifetiyle gerçeklik haline gelmektedir. Aksi takdirde dünya ve içinde barındırdıklarının varlığından söz etmek mümkün değildir.25 Bu yönüyle güç, aktörlere ya da yapıya atfedilen bir mefhum olmaktan çıkarak nominal bir karaktere bürünmekte ve sosyal ilişkilerin her zerresinde kendisini söylemler üzerinden gösteren karmaşık bir ağ şeklini almaktadır.26 Aktörler burada üzerinde güç uygulanan özneler değildir, aksine onlar gücün ürettiği etkileri ve aynı zamanda sosyal alanın karmaşık ağı içerisinde gücün aktarıcısıdırlar. Yani güç, söylemler yoluyla inşa edilen anlamlar vasıtasıyla üretilen aktörler ve aynı zamanda bu aktörler etrafındaki objeler ve olaylar boyunca ilerleyerek hayatın her alanına ulaşır, ulaştığı her yerde söylemsel olarak pratik edilerek dünyayı tekrarlayarak yeniden üretir.27 Foucault’un tanımından hareketle güç, hayata dair anlamlı her şeyin üretilmesini işaret etmektedir. Dolayısıyla, çıkarlar üzerinden yapılan bir sınıflandırma doğrultusunda çıkarların üretilmesi Foucaultçı güç anlayışının temel özelliğidir.

Uluslararası ilişkiler disiplininde söylemsel güç kavramsallaştırması Foucault’ın güç anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir.

Söylemsel Güç

Söylemsel güç kavramsallaştırması temelde post-yapısalcı literatürde kullanılmaktadır. Foucault’ın güç anlayışından hareketle söylemsel güç kavramsallaştırması söylemleri öznelerin, objelerin, olayların kısacası dünyayı anlamlı kılan anlamların üretildiği ve pekiştirildiği mekânlar olarak ele almaktadır. Örneğin Weldes vd., söylemlerin dünyayı tavsif eden ve dolayısıyla meydana getiren güç pratikleri olduğunu belirtmektedir.28 Dolayısıyla dilsel öğeler üzerine kurulu söylemler insanların sadece iletişim kurmasını sağlayan araçlar değil, aynı zamanda onları ve etraflarındaki dünyayı anlamlandırarak var eden güç pratikleridir.

Söylemler yoluyla üretilen anlamlar sistemi29, dünyada olan her şeyle ilgili neyin mümkün, doğru ya da yanlış, rasyonel ya da irrasyonel, meşru ya da gayrimeşru, bilimsel ya da bilimdışı olduğu gibi dikotomiler üzerinden kategorik şemalar sunmaktadır. Sosyal gerçeklik ve hakikat olarak pratik edilen kurulu düzenler belirli bir tarihsel zamanın ve mekânın karakteristiğini yansıtan anlamlar sistemi üzerine inşa edilir ve sürdürülürler. Gücün üretken olarak ele alınması gerçeklik ve hakikate dair bu üretim sürecini ifade etmektedir.30 Aynı zamanda, belirli bir tarihsel zamanın ve mekânın karakteristiğini yansıtmaları sosyal gerçeklik ve hakikatin, doğal ve verili olmadığını aksine güç ve bilgi ilişkisi üzerine üretilmiş söylemsel pratikler olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu noktadan hareketle Ashley, akılcılık geleneği ve realist akımın söylemsel güç pratikleri yoluyla uluslararası ilişkilerin jeopolitik düzlemi dâhilindeki özneleri, objeleri ve olayları spesifik bir anlamlar sistemi üzerine ürettiği ve pekiştirdiğini iddia etmektedir. Buna göre anarşi, güç siyaseti, güç dengesi, güvenlik ikilemi, ulusal çıkar gibi kavramları barındıran anlamlar sistemi üzerine inşa edilmiş olan uluslararası ilişkiler esasen akılcı-realist söylemsel güç pratiklerinin bir ürünü olarak doğal ve verili bir gerçeklik değildir.31

Sonuç

Güç, Uluslararası İlişkiler’in kurucu kavramlardan bir tanesi olarak disiplin içerisine girmiş ve epistemolojik ve metodolojik çeşitlilik arttıkça önemi muhafaza etmiştir. Ancak bu önem paralelinde, disiplindeki epistemolojik ve metodolojik çeşitlilik güç kavramına da sirayet etmiştir. Neticede disiplinde birçok güç kavramsallaştırması mevcuttur.

Farklı epistemolojik ve metodolojik temeller üzerinde anlam kazanmalarından ötürü, Uluslararası İlişkiler içerisindeki güç kavramsallaştırmalarını birbirlerine rakip olarak görmek yanlış bir tutumdur. Bu kavramsallaştırmalar uluslararası ilişkileri açıklamak ve anlamak için farklı bakış açıları sunmaktadır. Eldeki bu çalışmada sunulan boyutlar doğrultusunda kimi güç kavramsallaştırmaları aktörler arasındaki çıkar çatışmasını açıklarken, kimileri aktörlerin çıkarlarının şekillendirilmesi sürecini anlamakta, kimileri ise bizatihi aktörlerin özne olarak ve dolayısıyla çıkarlarının üretilmesine ışık tutmaktadır. Bu bakımdan güç kavramsallaştırmaları arasındaki farklar esasen sosyal dünyanın karmaşık bütünlüğü içerisinde farklı parçaları ele almaktadır. Bütünün tamamını açıklamak ve anlamak Uluslararası İlişkiler’deki bütün güç kavramsallaştırmalarını dikkate almayı gerektirmektedir. Nitekim Smith’in vurguladığı gibi, “sosyal dünyada daima anlatılacak birden çok hikâye vardır.”32