Deutsch’a göre iyi bir kuramın en temel etkisi, ele aldığı dünyanın içindeki aksiyonların gelecekteki sonuçlarını ve yorumlarını içeren bir model ortaya koymasıdır. Bu tanıma uygun olarak, uluslararası ilişkiler disiplininin büyük kuramları da (grand theories) zaman ve mekâna göre değişmeyen genellenebilir kalıplar ortaya sürmektedirler. Ne var ki, büyük kuramlar bazı aktörlerin davranışlarını ve olayları açıklamakta yetersiz kalmakta ve bu durum onların açıklama gücünü kaçınılmaz olarak zayıflatmaktadır. O halde, sorulması gereken soru, kanun benzeri genellemeler üreterek geleceğe yönelik tahminlerde bulunan uluslararası ilişkilerin büyük kuramlarının bıraktıkları boşluğun nasıl doldurulacağıdır.1 Bu haklı bir serzeniştir zira açıklama zafiyetleri sadece tekil olarak bir kuramın güvenilirliğini değil uluslararası ilişkiler disiplinine duyulan ihtiyacın da sorgulanmasına sebep olacaktır. Bu krizi aşmak için, Walt’un önerisi, kuramları bir alet çantasının içine sokmak olmuştur. Nitekim, ihtiyaç zuhur ettiğinde uygun alet çantadan çıkartılmalı ve problem çözülmelidir. Neticede bir anahtar tüm kapıları açmaz. Ne var ki, Walt’un önerisi uluslararası ilişkiler öğrencilerine pratik bir çözüm sunsa da kaçınılmaz olarak tutarsızlığa sürükleyecektir. Sosyal ve siyasal dünyayı açıklamak isteyenler, her vakaya ve olguya farklı bir kuram ile yaklaşmak zorunda kalacaklardır.  Bu durum, kuramlar arasındaki rasyonel tartışmayı anlamsız kılacağı gibi, hangi kuramın hangi vaka veya olguya uygulanacağı konusunda de yeni bir tartışmayı da beraberinde getirecektir. Kuramlar sanıldığı kadar iddiasız değildir ve açıklama teşebbüslerinden vazgeçmeye kolay ikna olmazlar. Dolayısıyla,  kuramlardan oluşan alet kutusu sanıldığı kadar uyumlu değildir ve kuramcıya atfedilen esneklik aslında akademik tartışmanın hilafına bir hal alabilir.

Aslında bu sorunun Rosenau ve Durfee de farkındadır ve onlara göre uluslararası ilişkileri sonsuz detaylarıyla birlikte mükemmel bir şekilde anlamaya çalışmak bir çılgınlıktır. Ancak uluslararası ilişikler üzerine sistematik bir şekilde düşünmenin alternatifi uluslararası ilişkileri basit ve ideolojik yorumların eline bırakmaktır.2 Belki de bu yüzden, Rosenau ön-kuramlar ile ilgili görüşler öne sürmek zorunda kalmış, yaşanan açıklama krizine bir çözüm getirmeye çalışmıştır. Ön kuramlar ile ilgili yaptığı çalışmasında James Rosenau, bir binanın inşaatı ile kuram yapma sürecinin benzediğini öne sürer.3 Ham maddelerin işlenip tuğla ve kalaslara dönüştürülmesi düzgün ve sağlam bir binanın ortaya çıkması için gereklidir. Ancak burada iki yanılgı ortaya çıkabilir. İlki, sadece tuğla ve kalaslarla ev yapılabileceğini düşünmek, ikincisi ise tuğla ve kalasların sadece ev yapımı için kullanılacağını düşünmektir. Zira aynı maddeler bir ibadethane, hastane ya da fabrika yapımında da kullanılabilir. Öte yandan, bir ev taşlardan veya başka malzemelerden de yapılabilir.

Ön kuramlar, bu yüzden, hangi spesifik binanın hangi spesifik materyal ile yapılacağından çok hammaddelerin bir binanın yapımı için gerekli materyallerin işlenip kullanıma hazırlanma süreciyle ilgilenmektedir. Rosenau’ya göre ön kuramların işlevi ortaya çıkabilecek çeşitli ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kalan binalar üretmek değil değişkenlik gösteren ihtiyaçları karşılamak için inşa edilecek farklı binalara standart malzemeler sağlamaktır. Bu sayede, uluslararası ilişkilerdeki belirli bir olgunun nedenini açıklarken, birçok değişkenin etkili olmasından kaynaklanan ve kuramların açıklama gücünü tartışmalı hale getiren disiplinsizliği ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Diğer bir ifadeyle, ön kuramlar, araştırmacıların nedenselliği birçok farklı değişkenle açıklarken düştükleri tutarsızlıkları ortadan kaldırmayı amaçlar ve bu farklı değişkenleri üst bir küme ile özdeşleştirerek açıklama güçlüklerini giderebilir.

Benjamin Most ve Harvey Starr’ın ileri sürdüğü “fırsat ve isteklilik” ön kuramsal çerçevesi de benzer bir noktadan hareket etmektedir. Büyük kuramların sundukları modeller, politika davranışlarını sistemli bir şekilde açıklamakta güçlük çekmektedir. Bunun sebebi, söz konusu modellerin sadece açık bir şekilde belirlenmiş şartlar altında işleyebilmesidir. Büyük kuramlar, öne sürdükleri genel ve somut şartlar ummadıkları bir sonuca sebep olduğunda ya da bir sonuç ummadıkları bir somut şarta bağlı olarak meydana geldiğinde açıklama güçlerini önemli ölçüde yitirmektedirler.

Fırsat ve İsteklilik

“Fırsat ve İsteklilik” modeli, herhangi bir büyük kuramın ortaya koyduğu şartlara odaklanmak yerine bu belirgin şartların esasında hangi kavramları temsil ettiğiyle ilgilenmektedir. Most ve Starr, uluslararası ilişkilerin en çok üzerinde durulan konularından birisi olan çatışmanın sebeplerini inceledikleri çalışmalarında, somut herhangi bir değişkeni vurgulamamaktadır. Ne uluslararası sistemin yapısı, ne güç dengesi ne de rejim şekli onlar için savaşın salt sebebi değildir. Bunun yerine, biri fırsat diğeri de isteklilik olarak tanımlanan iki değişken savaşa sebep olabilir. Büyük kuramların sunduğu kesin koşullar ancak bu ön kuramsal çerçeve içerisinde tanımlanırsa genel bir analiz modeli ortaya çıkabilir.

Most ve Starr, çalışmalarında, fırsat ve isteklilik değişkenlerini özellikle devletlerarası savaşın nedenleri olarak görmektedirler. Ancak bu değişkenler kendi başlarına savaşın sebebi olarak yeterli açıklama sağlayamazlar. Bu noktada Most ve Starr, zorunlu koşul ile yeterli koşul arasında bir ayırım yapmaktadır. Onlara göre, büyük kuramların hatası bu ayrıma gitmemeleridir. Büyük kuramlar, savaşı açıklamak için öne sürdüğü değişkenlerin hem zorunlu aynı zamanda da yeterli olduğunu düşünmektedirler. Örneğin, devletler arasında ortaya çıkan güç dengesizliğinin savaşa sebep olduğu hipotezi, güç dengesizliğini hem zorunlu hem de yeterli bir değişken olarak ele alır. Ne var ki, bu hipotez, aralarında güç dengesizliği olan fakat savaşmayan devletlerin durumunu açıklamakta yetersiz kalır. Erik Gartzke ABD ile Kanada arasında sınırdaşlık ve güç dengesizliği gibi savaş fırsatlarının mevcut olduğunu ancak tarafların savaşma konusunda isteksiz olduğu için bir savaş meydana gelmediğini iddia etmektedir.4 Diğer bir deyişle, devletlerarası bir savaşın ortaya çıkması için anarşik yapı, güç dengesizliği ya da sınırdaşlık gibi fırsat değişkeninin altında kümelenebilecek değişkenler tek başına bir savaş üretmek için kâfi değildir, aynı zaman da istekli olmak da gerekir.

Öte yandan, isteklilik de tek başına yeterli bir değişken değildir, yeterli fırsatların var olması gerekir. Most ve Starr’a göre restorana giden bir müşteri sadece menüde olan yemekleri yiyebilir.5 Seçimlerini sadece menüde kendisine sunulan yemekler arasından yapabilir. Benzer şekilde, devletlerarası savaşın çıkabilmesi için yeterli çevresel fırsatların olmaması, devletler savaşmaya istekli olsa da savaşın oluşumuna yol açmaz. Sonuç olarak Most ve Starr, hem fırsat hem de isteklilik değişkenlerinin tek başına zorunlu fakat yeterli bir değişken olmadığını ve savaşın ancak bu iki değişkenin aynı anda var olması durumunda ortaya çıkabileceğini iddia etmektedir. Savaşı açıklamak için öne sürülen “fırsat” ve “isteklilik” değişkenlerini önce tek başlarına daha sonra da birbirleri ile olan ilişkilerini incelemek bizlere her bir değişkenin neyi temsil ettiğini kapsamlı olarak anlatacak ve Most ve Starr’ın argümanları hakkında daha çok fikir verecektir.

Most ve Starr’a göre birimlerin içinde bulundukları çevre, eylem fırsatlarını yaratır veya kısıtlar. Diğer bir ifadeyle, çevrenin sunduğu etkileşim fırsatları devletler arasındaki çatışma ihtimalini arttıran etkenlerdir. Bu noktada Most ve Starr, sınırlar ve sınırdaşlık kavramını örnek vermekte ve coğrafi yakınlığın devletlerin birbirleriyle olan etkileşimlerini arttırdığını savunmaktadır. Ancak Most ve Starr daha eski çalışmalarına atıfta bulunarak sınırların çatışma ya da işbirliği üretmek zorunda olmadıklarını ancak az ya da çok çeşitli etkileşimlere sebep olan fırsat veya riskleri ortaya çıkarttıklarını vurgulamaktadırlar.6 Lewis Richardson’un savaş ve cinayet arasında kurduğu analoji Most ve Starr’ı desteklemektedir.7 Richardson, bir ülkede yabancıların daha az öldürüldüğünü, cinayetlerin birbirleriyle etkileşimi olan arkadaş veya akrabalar tarafından işlendiğini iddia etmektedir. Aralarında iletişim olmayan insanların sorunlarının da olmayacağını dolayısıyla cinayetlerin aralarında ilişki ve iletişim imkânlarının yüksek insanlar arasında işlendiğini vurgulamaktadır.

Fırsat değişkeni çevrenin sunduğu etkileşim fırsatlarıyla açıklanırken iki nokta üzerinde durulmaktadır. Birincisi, nesnel çevrenin sağladığı mevcut imkânlardır. Örneğin, etkileşim yoğunluğu coğrafi uzaklıkla doğrudan ilgilidir. İkincisi ise birimlerin çevrenin sunduğu imkânları değiştirebilecek yetkinliğe sahip olmalarıdır. Daha açık bir ifadeyle, uluslararası sistemin üyeleri arasındaki güç dağılımı eşitsizliği, bazı üyelerin fırsatlarının arttırır ve diğer üyelerin yapamayacağı eylemleri yapmalarını sağlar. Most ve Starr, bu noktada, özellikle teknoloji kavramı üzerinde durmakta ve teknolojinin de nesnel çevresel koşullar kadar etkileşim imkânlarını etkilediğini örnek olarak vermektedirler. Ancak gücü sadece maddi güç ile de sınırlı tutmamakta, din, ideoloji, hükümet şekli ya da uluslararası örgütlere üye olmanın da birimlere nesnel çevresel koşulların sunduğunun ötesinde etkileşim imkânları sunduğunu savunmaktadırlar.8

Fırsat değişkenini ele alırken yetkinliği de bir faktör olarak ele alan Most ve Starr, yukarıda da bahsedilen menü analojisini tekrar yorumlamaktadırlar. İnsanların sadece menüde olan yemekleri yiyebileceği gerçeği sabit olarak dururken, insanların sadece paraları olduğu takdirde belirli restoranlara gidebileceği olgusunu da vurgulamaktadırlar. Diğer bir ifadeyle, insanların neyi yemeye istekli olup olmamaları onların restorana gidebilme ve bir menüyle karşı karşıya kalma ihtimalinden sonra gelmektedir. Bu yorumu savaşlara uyarlarken, David Singer’ın bir devletin savaşa girmesi için doğru bir ortamın içinde olması gerektiğini savunan görüşünün altını Most ve Starr özellikle çizmektedir. Onlara göre, Singer’ın vurguladığı doğru ortam, savaşa girmek için çevrenin sunduğu fırsatlar anlamına gelmektedir.9

Daha önce de değinildiği gibi, isteklilik seçme ve karar verme süreçleriyle ilgili bir değişkendir. Nihai savaşma kararı gibi seçimler karar vericilerin dünyayı algılamalarına içinde bulundukları durumu tanımlamalarına bağlıdır. Karar vericiler bilinçli ya da bilinçsiz içinde bulundukları durumun fayda maliyet hesaplarını yapar, avantaj ve dezavantajlarını göz önünde bulundururlar. Dolayısıyla, isteklilik bireylerin çevrelerinin sundukları bilgileri bilişsel ve psikolojik gibi birçok faktör vasıtasıyla yorumladıkları süreçler ile ilgilenir. Özellikle savaş konusunda, karar vericiler aldıklara kararlara çevrenin vereceği tepkiyi yaklaşık olarak tahmin etmek ve çevrenin sunduğu fırsatların kendi seçimleri üzerinde yaptığı kısıtlamaları göz önünde bulundurmak zorundadırlar.10

İsteklilik değişkenini daha iyi anlamak için karar alıcıların sıkça dile getirdiği “savaşmaktan başka çare yok” söylemine odaklanmak faydalı olacaktır. Most ve Starr’a göre karar alıcının savaş seçeneğine yönelmesi psikolojik olarak tatmin edici bir tercihtir çünkü diğer alternatifler karar alıcıların dünya algısının ve seçim hesaplarının bir sonucu olarak saf dışı bırakılmıştır.11 Zira, Karl Deutsch’un da dediği gibi hükümetler sıklıkla savaş kararı alırken önlerinde kabul edilebilir başka hiçbir siyasi alternatif olmadığını iddia ederler.12 Dolayısıyla isteklilik, karar alıcıların çevrelerini psikolojik, algısal, bilişsel ve diğer süreçler vasıtasıyla algılamasıdır. Bütün bu süreçler içerisinde çevresel fırsatlar ele alınır, aralarından seçim yapılacak birer alternatif haline getirilir ve fayda ile maliyetler göz önüne alınarak bir seçim yapılır. Savaşmaya duyulan isteklilik nispeten makul algılamaların sonucu olabileceği gibi güvenlik, güvensizlik, tehdit, korku, düşmanlık ve endişe gibi faktörlerin tahrip ettiği algılamalar tarafından da şekillenebilir.13

İsteklilik değişkenini özetleyebilmek için farklı motor hacimlerine sahip iki otomobili ele alabiliriz. Hız yapma kapasiteleri birbirlerinden farklı olsa da, her ikisi de şehrin sokaklarında aynı hızla gitmektedir. Bu durum bize var olan kapasite ile onu kullanmanın farklı değişkenler olduğunu söylemektedir. Hız yapma fırsatı mevcutken, sürücüler motor kapasitelerinin kendilerine sunduğu bu fırsatı kullanma konusunda istekli ya da isteksiz davranabilirler. Motor gücüne sahip olmak onu kullanmak anlamına gelmediği gibi aynı hızda giden iki otomobilin motor kapasiteleri hakkında fikir sahibi olamayız.14 Dolayısıyla, fırsatlar ancak onu kullanmak için istekli olunca anlam ifade etmektedir. Verilen örnekteki otomobil sürücülerine benzer şekilde devlet adamları da kendilerine sunulan fırsatları dünyayı algılama ve içinde bulundukları durumu tanımlama süreçleri sonunda değerlendirirler. Bu süreçlerde ise, çevrenin sunduğu fırsatlar bilişsel veya psikolojik faktörlerin etkisiyle yorumlanmaktadır.

Bu noktada Most ve Starr savaşın sebeplerini sistemik düzeyde açıklamaya çalışan kuramlar ile karar vericilerin insani doğasına ya da karar verme süreçlerine odaklanan kuramların öne sürdükleri somut olguları fırsat ve isteklilik değişkenleri altında kümelemeyi tavsiye ederler. Onların argümanının ilgi çekici bir diğer yanı ise sistem düzeyindeki çalışmaların karar verme süreçlerini ihmal ettiklerini iddia etmeleridir.15 Bu noktadan hareketle, devlet davranışlarının ve uluslararası ilişkiler olgularının daha iyi anlaşılabilmesi için ne fırsat değişkeni altında incelenen sistemik faktörlerin ne de isteklilik değişkeni altında ele alınan karar verme süreçlerinin tek başına yeterli olmadığı iddia edilmektedir. Daha net bir ifadeyle hem fırsat hem de isteklilik değişkenleri zorunlu değişkenlerdir ancak tek başlarına yeterli açıklama üretme yeterliliğine sahip değildir.

Özellikle devletlerarası savaşı açıklamaya çalıştıkları çalışmalarında Most ve Starr, savaşın olabilmesi için devletleri hem yeterli fırsatlara sahip olmaları gerektiğini hem de savaşmak için istekli olmaları gerektiğini iddia etmektedirler. Most ve Starr’ın ortaya koydukları model, çatışma literatüründen türettikleri diğer hipotezlerle de kıyaslandığında daha iyi anlaşılabilir.16

Hipotez 1: Çevresel koşulların oluşturduğu fırsat (F) devletlerin savaşması (S) için yeterli bir değişkendir.

Hipotez 2: Devletlerin savaşmak için yükselen istekleri (İ), devletlerin savaşması (S) için yeterli bir değişkendir.

Hipotez 3: Ya fırsat (F) ya da isteklilik (İ), devletlerin savaşması (S) için yeterli bir değişkendir.

Hipotez 4: Devletlerin savaşması (S) ancak fırsat (F) ve isteklilik (İ) aynı anda ortaya çıkarsa mümkün olur.

Most ve Starr’ın önerdiği model dördüncü hipotezi benimsemekte ve ilk üç hipotezin açıklayamadığı belirli olayları açıklamaya çalışmaktadır. İlk hipotez, güçlü devletlerin kendilerine coğrafi olarak yakın daha güçsüz devletlere saldırmak için yeterli fırsatlara sahip bulunduğunu, dolayısıyla böyle bir resim içerisinde savaşmak için yeterli sebep olduğu savunabilir. Ancak Most ve Starr, Kuzey Amerika sistemine bakılması gerektiğini ve ABD’nin sınırdaş olduğu Kanada ve Meksika’ya nazaran daha güçlü olmasına rağmen Meksika iç savaşından beri herhangi bir çatışma yaşanmadığına dikkat çekmektedir.17 İkinci hipotez ise istekliliğin savaşmak için yeterli olduğunu savunmaktadır. Ne var ki, Most ve Starr’a göre insanlar sadece menüde kendilerine sunulan yemekleri yiyebilirler. Dolayısıyla, Bolivya ile Burma’nın savaşması aralarında komşuluk gibi herhangi bir etkileşim fırsatı olmadığı için çok zordur. Bu bağlamda savaşmaya istekli olmaları bir anlam ifade etmez.18 Savaşmak için fırsat veya isteklilik değişkenlerinde birine sahip olmayı yeterli olarak gören üçüncü hipotez de yukarıdaki argümanlar çerçevesinde çürütülebilir.

Fırsat ve isteklilik ön kuramsal çerçevesi savaşların ortaya çıkması için hem makro hem de mikro değişkenlerin aynı anda var olması gerektiğini iddia eder. Diğer bir ifadeyle, Most ve Starr, hem fırsatın hem de istekliliğin savaşların açıklanmasında zorunlu değişkenler olduğunu ancak tek başlarına bu açıklamayı yapmaya yeterli olmadıklarını savunur. Dolayısıyla savaşlar, sadece savaşma fırsatı olan ve savaşmaya istekli olan devletler arasında cereyan eder.

Sonuç

Karmaşık ve açıklanamaz bir dünyada yaşadığımız düşüncesi kuramsal analiz yapan akademisyenler için oldukça önemli bir meydan okumadır. Sayısız değişkenin birbirleriyle olan karmaşık ilişkisindeki düzenlilikleri keşfetmek, onları sadeleştirmek ve test etmek gittikçe daha da zorlaşmaktadır. Ancak kuramsal yaklaşımlardan vazgeçemeyiz. Olguların neden ve sonuçlarını görmezden gelemeyiz. Aksi takdirde uluslararası ilişkiler disiplinini spekülasyonların, politik angajmanların ve demagogların kollarına bırakmış oluruz. Bu yüzden, açıklama güçlüğü çekilen olguların sebeplerini açıklamayı beyhude görmek yerine bu sebepleri tasnif etme yöntemini değiştirmek, soyutlama seviyesini genişletmek bir çıkış yolu sağlayabilir.19

Most ve Starr tarafından ortaya atılan “fırsat ve isteklilik” ön kuramsal çerçevesi bu açıdan bakıldığında önem kazanmaktadır. Zira, açıklama zafiyeti yaşayan somut bir değişken daha soyut olarak tanımlanan fırsat veya isteklilik kavramlarından herhangi bir tanesi ile eşleştirilebilir. Böylece, teorilerin vakalar ile test edildikleri zaman yaşadıkları açıklama ve tutarlılık krizi aşılabilir.