Uluslararası örgütler alanında en geniş veri kaynaklarından biri kabul edilen Uluslararası Örgütler Yıllığı’nın 2018 kataloğuna göre günümüzde insan hakları, güvenlik, kalkınma, ticaret, çevre vb. birçok farklı alanda faaliyet gösteren 75.000’in üzerinde uluslararası örgüt yer almaktadır. Bu sayıya her yıl ortalama 1,200 yenisi eklenmektedir (Union of International Associations). Politika düzleminde bu hızla artışa paralel olarak, uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde de bu örgütleri akademik boyutuyla anlama çabası, yıllar içerisinde uluslararası örgütleri hatırı sayılır bir alan haline getirmiştir. Günümüzde, Realist, Liberal Kurumsalcı, Sosyal İnşacı, Eleştirel vb. birçok farklı teorik çerçeveyi kullanan ampirik çalışmaların sayısı her geçen gün artmaya devam etmektedir. Bu teorik yaklaşımları ana hatlarıyla güç odaklı (realist), çıkar odaklı (neoliberal kurumsalcı) ve bilgi odaklı (sosyal inşacı ve eleştirel) olarak üç ana başlıkta sınıflandırmak mümkündür.

Uluslararası örgütler çalışmalarının kökenleri birinci dünya savaşı sonrası uluslararası ilişkiler disiplinin ortaya çıkış yıllarına dek uzanır. Barışçıl bir dünya düzeni kurma anlayışının hâkim olduğu idealizm ekseninde disiplin ortaya çıktığında, başta Milletler Cemiyeti olmak üzere uluslararası örgütler temel tartışmalardan birisiydi.  BM’nin kuruluşunu takiben 1947 yılında faaliyete geçen, Cambridge Üniversitesi tarafından basılan ve şu anda Eric Voeten’in editörlüğünü yürüttüğü Uluslararası Örgütler (International Organization) dergisi, uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde 4.5 etki faktörü ile en önde gelen akademik bilgi kaynaklarından birisi haline geldi. Uluslararası Örgütler dergisinin hayata geçtiği Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında uluslararası politikada idealizm-realizm tartışması sonrası realist paradigma hakimken, uluslararası örgütleri anlama çabasında da realizmin etkilerini görmek mümkündü. Zira, uluslararası örgütler söz konusu olduğunda ilk akla gelen isimlerden birisi olan Inis L. Claude’un Swords into Plowshares: The Problems and Process of International Organization (1998) adlı eseri realist bakış açısıyla uluslararası örgütlerin ve özellikle de BM’nin rolünü analiz eden en temel eser olmuştu. Claude 1966 yılında Uluslararası Örgütler dergisinde BM’nin uluslararası politikadaki siyasi işlevinin “kollektif meşrulaştırma” olduğunu ileri sürdüğünde de aslında uluslararası örgütler alanında güç ile normlar arasında günümüze dek süregelen bir akademik tartışmayı bu derginin sayfalarına taşıyordu. Claude, uluslararası sistemde devletlerin faaliyetlerini yargılayıp onları mahkûm edecek bir mercinin yokluğunda, BM gibi uluslararası örgütlere başvurarak, politikalarına diğer devletlerden siyasi onay almayı ve meşruiyet kazandırmayı hedeflediklerini ileri sürmüştü. Zira Claude’a göre uluslararası politika sadece bir güç mücadelesi değil, aynı zamanda bir meşruiyet mücadelesiydi (Claude, 1966, 367-369).

Klasik Realizm, Normlar ve Uluslararası Örgütler

Aslında Claude’dan çok önce hukuk, ahlak gibi normların uluslararası politikadaki rolüne yönelik tartışmalar klasik realist metinlerde kendisine yer bulmuştu. Klasik Realizmin önemli metinlerinden Tukidides’in Peloponez Savaşı içerisindeki meşhur Melian Diyaloğu’nda Melianlılar milattan önceki tarihlerde, meşru kabul edildiğinde gücün de daha etkin olacağı mesajını veriyorlardı. Yine E. Carr, Yirmi Yılın Krizi (2001) adlı eserinde, ekonomik ve askeri güce ek olarak “fikirler üzerinde güç” kavramını kullanıyordu. Soğuk Savaşın ilk yıllarında Hans Morgenthau siyasetin sadece bir güç mücadelesi değil, aynı zamanda bir ahlaki liderlik ve meşruiyet mücadelesi olduğunu ileri sürdüğünde de, güç ile ahlak, normlar ile siyaset arasındaki bu karmaşık, çok boyutlu ilişkiye değiniyordu (Bortoluzzi, 2015). Nihayetinde, 1945 yılında BM’nin kuruluşundan 1970’li yıllara dek uluslararası örgütler ve normlar çalışmalarında “güç odaklı” klasik realist bakış açısı hakim oldu.

Öte yandan, Soğuk Savaş yılları boyunca BM, sadece büyük güçlerin değil, sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde görüleceği üzere farklı ölçekte ve coğrafyalardan halkların kendi geleceğini tayin hakkı mücadelesine de sahne olacaktı. “Normlar” çerçevesinde BM platformunda gerçekleşen ve kimlikleri yeniden inşa etmeyi hedefleyen sömürgeciliğin tasfiyesi süreci, daha sonra sosyal inşacı akademisyenler tarafından derinlemesine mercek altına alınacaktı. Nitekim, Uluslararası Örgütler dergisinde Soğuk Savaş yıllarında BM platformunun özellikle insan hakları gibi normların oluşumunda önemli rol oynadığının altı çizilirken, bunun “nasıl” gerçekleştiği konusunda teorik ve ampirik çalışmaların çok sınırlı olduğu görülmekteydi. Bu çalışmaların belki de en önemli eksikliği, daha çok betimleyici oluşları ampirik boyutuyla ve özellikle araştırma tasarımı açıdan sınırlı oluşlarıydı. Öte yandan, uluslararası örgütleri, özellikle Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun ortaya çıkışını ve genişlemesini anlama çabasında David Mitrany öncülüğünde işlevselci ve Ernst Haas gibi yeni-işlevselci yaklaşım önemli açıklamalar ortaya koyacaktı. Özellikle 1960’lı yıllar ve 70’lerin başında yeni-işlevselcilik iş birliğinin farklı “teknik alanlarda” yaygınlaşması, sadece Avrupa Topluluğu değil, BM’nin birçok uzman kuruluşu, BM Ticaret ve Kalkınma Komisyonu, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların oluşumuna önemli açıklamalar getirecekti (Cogan, Hurd, Johnstone, 2016, 5).

Normlara ve Örgütlere “Çıkar” Odaklı Yaklaşımlar: Neoliberalizm ve Eleştirisi

1970’li yıllar ve 80’li yılların ilk yarısı ölçme kaygısındaki davranışsalcı akımın ve sistemik teorilerin yaygın olduğu yıllar olacaktı. Bu dönemde uluslararası örgütleri anlama çabasında “çıkar” odaklı neoliberal kurumsalcı yaklaşım ve onun neorealist eleştirisi ön plandaydı. Robert Keohane’in 1984 yılında yayınlanan After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy adlı kitabı uluslararası örgütlere yönelik “güç” odaklı yaklaşımlara karşı, “çıkar” ve “işbirliği” odaklı neo-liberal kurumsalcı bakışın temel referanslarından ilki olacaktı. Realizmin Hegemonik İstikrar Teorisine eleştiriden yola çıkan Keohane, uluslararası örgütleri hegemon devletlerin liderliklerini oluşturmak ve güçlerini arttırmak için oluşturdukları tezini eleştirmiş ve iş birliğine getirdiği “mutlak kazanç” (absolute gains), “çıkar” ve “enformasyon” odaklı bakış açısıyla ön plana çıkmıştır. Keohane’in öncülüğünde neoliberal kurumsalcı yaklaşım, tıpkı John Mershaimer (1994), J.M Grieco (1988) gibi neorealist eleştirilerde olduğu gibi daha çok “sistemik” bir teori olarak kalmasına rağmen, uluslararası örgütler literatürüne önemli katkılar sağlamıştır. Bu alanda önemli isimlerden bir diğeri olan John G. Ikenberry, ikinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan çok-taraflı neoliberal uluslararası düzenin ve kurumlarının, onların oluşumuna öncülük eden devletlerin hegemonyasını kaybetmesine rağmen varlığını sürdürmeye devam edeceğini ileri sürmüştür (1998). Öte yandan, neoliberal kurumsalcı yaklaşım çoğunlukla iç politikanın farklı dinamiklerini, uluslararası politikanın adem-i merkeziyetçi yapısını, kimlikleri göz ardı etmiş ve devletler dışında otonom herhangi bir aktör ya da faktöre yeterince yer vermemiştir.

1980’li yılların sonuna gelindiğinde Stephan Krasner’in öncülüğünde “rejim teorisi” uluslararası örgütler çalışmalarında önemli bir mihenk taşı olacaktır. Dahası Friedrich Kratochwil and John Gerard Ruggie gibi sosyal inşacı yaklaşımlar ile yeniden normlar ve uluslararası örgütler çalışmalarında araştırma tasarımı güçlü, ampirik çalışmalar hızla artmaya başlayacaktı. Zira, 70’lerden itibaren davranışsalcı akımın hâkim olduğu yıllarda disiplin içerisinde normlar kendisine çok fazla bir alan bulamasa da, 1990’lı yıllara gelindiğinde, örgüt ve norm çalışmalarında araştırma tasarımı bakımından çok daha olgun çalışmaların oluşmasında davranışsalcı ekolün ölçme kaygısının çok önemli katkıları olacaktı.

Sosyal İnşacılık, Normlar ve “Otorite” olarak Uluslararası Örgütler

1990’lı yıllardan sonra normlar ve uluslararası örgütler çalışmalarında “bilgi/bilinç” (knowledge) odaklı yaklaşımlar olarak nitelendirilen sosyal inşacı kuramlarda çok hızlı bir artış göze çarpacaktı (Barnett, Sikkink, 2009). Bu anlamda, Uluslararası Örgütler dergisinde 1998 yılında yayınlanan Martha Finnemore ve Kathryn Sikking’in “International Norm Dynamics and Political Change” adlı çalışması normların ortaya çıkışı, yayılması ve uluslararası örgütler düzeyinde kurumsallaşması sürecine getirdiği “norm yaşam döngüsü” ampirik analiz çerçevesi ile alanda en çok atıf alan temel eserlerden birisi haline gelecektir. Yine, Ernst Haas 1992 yılında ortaya koyduğu “uzman topluluğu” (epistemic communities) teknik bilgi ve uzmanlığa sahip kişi ve toplulukların devletlerin çıkarlarını tanımlamalarına nasıl yardımcı olduklarını vurgulamış ve bilgi üzerindeki denetimin gücün önemli unsurlarından biri olduğunun altını çizmek kaydıyla, ileriki yıllarda uluslararası örgütlere “bilgi” odaklı önemli açıklamalar getirilmesine öncü olacaktır. Bu anlamda 2000’li yıllarda Uluslararası Örgütler dergisinin sayılarında BM gibi uluslararası örgütlerin sadece diğer devletler nezdinde siyasi meşrulaştırma rolüyle değil, aynı zamanda iç siyasi kamuoylarına da sağladığı “enformasyon” sayesinde önemli bir “aktör” olduğu yönünde çalışmalar ön plana çıkacaktır (Thompson, 2006).

Burada yeri gelmişken altının çizilmesi gereken önemli nokta, neoliberal yaklaşımın uluslararası örgütlerin rolü konusunda daha çok “veri” ve “enformasyon”un etkisine bakarken, sosyal inşacı yaklaşımın “değer kazanmış enformasyon” yani “bilgi”nin önemine vurgu yapmasıdır. Bir örnekle açıklamak gerekirse, bireylerin kendi ülkelerinde günlük iki doların altında bir gelirle hayatlarını idame ettirmeye çalışmaları bir veri/enformasyon iken, bu ülkelerin BM tarafından örneğin “en az gelişmiş ülkeler” olarak sınıflandırılması ve ona göre politikalar üretilmesi değer kazanmış enformasyon yani bilgi (knowledge) olarak tanımlanmaktadır. Zira, sosyal inşacı yaklaşımla değerlendirildiğinde, uluslararası örgütler mevcut verileri bilgiye dönütüren, yani veriye anlam yükleyerek içinde yaşadığımız dünyayı tanımlayan ve sınıflandıran birtakım normlar ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla, sadece dünya politikasını düzenleyen değil, aynı zamanda yapılandıran aktörler olarak ön plana çıkmaktadırlar.

Bu anlamda, Michael Barnett ve Martha Finnemore Rules for the World: International Organizations in Global Politics (2004) adlı eserlerinde uluslararası örgütleri rasyonel ve hukuksal otoriteleri olan “bürokrasiler” olarak tanımlamak kaydıyla uluslararası örgütler yazınına sosyal inşacı boyutuyla çok önemi bir perspektif sağlamışlardır. Burada Barnett ve Finnemore’u diğerlerinde ayıran en temel unsur uluslararası örgütleri başlı başına birer aktör ve “otorite” olarak tanımlamalarıdır. Zira uluslararası örgütler çalışmalarıyla ön plana çıkan akademisyenlerden Ian Hurd, Uluslararası Örgütler dergisinde “Legitimacy and Authority in International Politics” (1993) adlı makalesinde BM Güvenlik Konseyi’ni bir “otorite” olarak kavramsallaştıracaktır.

Tüm bunların ötesinde normlar ve uluslararası örgütler çalışmalarında artan şekilde sivil toplum, ulus ötesi, devlet dışı aktörler, savunma ağları, network politikaları gibi konulara ağırlık verilmesi dikkat çekmektedir. Richard Prise’ın Uluslararası Örgütler dergisinde yayınlanan “Reversing the Gun Sights: Transnational Civil Society Targets Land Mines” (1998) makalesi bu alana araştırma tasarımı ve ampirik boyutuyla yeni bir soluk getirmek kaydıyla daha sonraki yıllarda normları ve ulus ötesi aktörlerin rolünü inceleyecek çalışmalara güzel bir örnek teşkil edecektir. Görünen o ki Uluslararası Örgütler dergisinin hayata geçtiği 70 yıllık süreçte normları ve uluslararası örgütleri incelemede güç odaklı (realist), çıkar odaklı (neoliberal kurumsalcı) ve bilgi/bilinç odaklı (sosyal inşacı) ve eleştirel yaklaşımlar ön plana çıkmaktadır.

“Anarşi”den “Küresel Yönetişim”e: Norm ve Örgütler Çalışmalarının Geleceği

Normlar ve uluslararası örgütler konusunda eleştirel yaklaşımların da giderek daha fazla ön planda olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim 1990’lı yıllarda Robet Cox gibi eleştirel yaklaşımlar, kapitalist dünya düzeninin çıkarlarını ve değerlerini savunan uluslararası örgütlerin eşitlikçi olmayan, baskıcı ve sömürücü yapıları dolayısıyla özellikle sivil toplum tarafından ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya kalabileceğini ileri sürmektedir (Cox, 1992). Öte yandan, daha çok “düzen” ve “küresel yönetişim” tartışmaları çerçevesinde kendisini gösteren bu eleştiri, başka bir perspektifle, 2000’li yıllarda Amitav Acharya gibi Global-IR (Küresel Uluslararası İlişkiler) yaklaşımını savunan akademisyenler tarafından da dillendirilecektir.

Şöyle ki Acharya’ya göre, uluslararası örgütler çalışmalarında disiplinde halen batı-merkezli bir yaklaşım söz konusudur. AB dışarıda bırakıldığında diğer bölgesel aktörlerin rolü konusuna da yeterince yer verilmemektedir. Her ne kadar sivil toplumun rolü ve küresel sivil toplum konusunda ciddi oranda artan bir akademik ilgi olsa da, BRICS gibi batı-dışı güçler ve bölgesel yapılanmalar konusundaki çalışmalar halen olgunlaşma aşamasındadır. Acharya “hegemon-sonrası çok taraflılık”, “multiplex dünya” ve “çoklu modernite” gibi kavramlarını ortaya koymakta ve mevcut küresel yönetişim mekanizmalarının gittikçe artan bir şekilde ayrışma ile karşı karşıya olduğunu ve bu sayede adem-i merkeziyetçi bir yapıya bürünmüş, çok aktörlü, çok boyutlu, çok konulu bir çok-taraflı yönetişim mekanizmasının yapım aşamasında olduğunu ileri sürmektedir. Acharya’ya göre, her ne kadar “değişim” için sivil toplumun rolü önemli olsa da, yükselen ve bölgesel güçlerin ortaya koydukları yeni çok taraflılık girişimleri ve politika seçimleri de en az onlar kadar önemli olacaktır (Acharya, 2017). Öte yandan, normlar ve örgütler konusunda sosyal-inşacı yaklaşımın en önde gelen akademisyenlerden olan Kathryn Sikking, insan hakları alanındaki normatif gelişmeleri, sivil toplumun rolünü ve uluslararası örgütler düzeyindeki kurumsallaşma süreçlerini ampirik olarak incelediği 2017 yılında yayınlanan Evidence for Hope: Making Human Rights Work in 21st Century adlı eserinde, tüm eleştirilere rağmen insan hakları normlarının tüm devletleri kapsayıcı bir şekilde ortaya çıktığı ve tüm dünyada kurumsallaşması alanında önemli ilerlemeler olduğunu ampirik olarak ortaya koymaya çalışmaktadır.

Sonuç olarak, uluslararası ilişkiler yazınında uluslararası örgütler alanının “anarşi” üzerine kurulu devletlerarası ilişkilerden, küresel toplumda “yönetişim” ya da daha yaygın kabul gören şekliyle küresel yönetişim kavramsallaştırmasına doğru bir dönüşüm gösterdiği vurgulanmalıdır. Öyle ki, İngiliz Okulu Ekolünün önemli temsilcilerinden Hedley Bull’un ortaya koyduğu ve daha sonra Ian Clark gibi akademisyenler tarafından da değerlendirilen “Uluslararası Toplum” ve “Küresel Toplum” kavramları ön plana çıkmaktadır. “Yönetişim” her zaman uluslararası ilişkiler disiplinini merkezinde yer alsa da kavramın uluslararası yönetişimden küresel yönetişime evrildiğini gözlemlemek mümkündür. Zira küresel yönetişim formal ve enformel anlaşmalar içerisinde yer alan, güç ve kimi zaman otorite sahibi çok çeşitli aktörler arası networkleri içeren bir yapıya bürünmektedir. Bu anlamda “anarşi” yerine “yönetişim” kavramının uluslararası ilişkiler yazınının temel kavramı haline gelmeye aday olduğu söylenebilir (Barnett, Sikking). Bu anlamda, disiplin içerisinde eski ve yeni küresel yönetişim mekanizmalarını, dinamiklerini ve sınırlılıklarını araştıran teorik ve ampirik çalışmalar, uluslararası ilişkiler akademisyenlerini bekleyen önemli çalışma alanları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bitirirken, Türkiye’deki uluslararası örgütler çalışmaları hakkında da kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, AB üzerine yapılan çalışmalar bir kenara bırakıldığında gerek bölgesel gerekse evrensel boyutuyla yıllarca en az çalışılan alanlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Zira Türkiye’nin tarihsel süreçte çok yakın ilişkileri olan NATO, BM gibi örgütlere yönelik teorik, ampirik çalışmalar dahi çok sınırlı kalmıştır.  Türkiye’nin 2009-2010 BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği sonrası örgütün rolünü anlamaya yönelik çalışmalarda ciddi bir canlanma görülse de halen teorik ve ampirik derinliği olan çalışmaların olgunlaşmakta olduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte, Türkiye’den son birkaç yılda ortaya çıkan Rising Powers Quarterly ve bu yazının adresi olan Küresel Çalışmalar Platformu gibi yerli akademik platformlar, uluslararası ilişkilerde yeni bölgesel ve küresel yönetişim mekanizmalarını, konularını, aktörlerini odağına alan, bu alandaki teorik-ampirik boşluğu doldurmaya aday girişimler olması dolayısıyla biz akademisyenlere heyecan vermektedir.