Bu yazımda Uluslararası İlişkiler’de (Uİ) eleştirel gerçekçilik perspektifi açısından yanlış anlamalara yol açabilecek ‘gözlemlenemeyen’ ve ‘altta yatan yapılar’ kavramlarına bir açıklık getirmek istiyorum. Eleştirel gerçekçilikle ilgili en anlaşılmayan konulardan birisi gözlemlenemeyen yapı kavramından tam olarak ne anlaşılması gerektiği konusudur. Bu amaçla önce eleştirel gerçekçiliğin temel prensiplerini özetleyip daha sonra gözlemlenemeyen yapı nedir, nerden gelir buna açıklık getirmek istiyorum. Bir sonraki yazımda yine eleştirel gerçekçiliğin anlaşılması açısından önemli olduğunu düşündüğüm fail/yapı ilişkisini inceleyeceğim.  Zira o konuya ilişkin de tam açıklığa kavuşmamış bazı meseleler mevcuttur. Yazı aynı zamanda daha önceki çalışmalarımı da genişletmek ve bazı ayrıntıların üstüne gitmek fırsatını verecektir.1 Burada asıl amacım eleştirel gerçekçiliğin altta yatan yapı kavramının mantığını açıklamaktır. Bu mantığın kendisinin değerlendirilmesini ise başka bir yazıma bırakmak istiyorum.

Eleştirel Gerçekçilik ve Bilimsel Pratik

Eleştirel gerçekçilik İngiliz düşünürü Roy Bhaskar’ın çalışmalarıyla başlamış olan bir bilim felsefesi akımıdır.2 Eleştirel gerçekçilik terimi Bhaskar’ın çalışmalarının iki aşamasını birleştiren bir kavramdır. Bunlardan birincisi A Realist Theory of Science’da savunduğu aşkın gerçekçilik kavramı, diğeri ise ikinci kitabı olan The Possibility of Naturalism’de doğa ve toplum bilimleri arasındaki ilişkiye yönelik  kullandığı eleştirel doğalcılığın birleşimidir.3 Eleştirel gerçekçilik toplumsal dünyanın incelenmesi açısından kavramsal bir arka plan sunan önemli bir felsefe olarak gündeme gelmiştir. Toplum teorisinde Margaret Archer, Andrew Sayer, Derek Layder, Andrew Collier gibi bilim adamları tarafından geliştirilmiştir. Uİ disiplininde de gittikçe gelişen bir önemi vardır.4

İlk olarak, eleştirel gerçekçi bilim anlayışının tam olarak ne yapmak istediğine açıklama getirmek istiyorum. Eleştirel gerçekçilik bilimin ne olduğundan ziyade daha çok bilim adamlarının ne yaptığını açıklamak/tarif etmekle ilgili olup, bilimsel pratiğin en geçerli tanımını vermek iddiasındadır. Bir başka deyişle sorulan soru bilim adamlarının bilimsel çalışma yaparken pratiklerini yönlendiren varsayımlar nelerdir sorusudur. Önce şunun altını çizmek gerekiyor: Bütün bilim pratiklerinin temelinde zorunlu olarak realist bir anlayış vardır ve bu olmadan bilim pratikleri açıklanamaz. Bu ne anlama gelmektedir? Bu, bilimin bilinmeyen bir şeyler olduğunu varsayması gerektiği anlamına gelir. Bilim adamları bir olguyu açıklamak için varsaydıkları şeylerin var olup olmadığını anlamak ve ne özellikleri taşıdığını görmek için deneyler yaparlar. Bir başka deyişle, aradıkları şeyi deneylerinin sonucunda bulamasalar bile bilim adamları bunları ararken realist (varmış gibi) bir pratik içine girerler. Kısaca gerçekçilik ister doğa bilimleri olsun, ister toplum bilimleri olsun zorunlu olarak her bilimsel pratiğin temelinde vardır. Bu açıdan, yani bilim adamlarının bilimsel pratikleri açısından, toplum bilimciler de doğa bilimcilerinin modelini takip ederler. İşte bazen sorulan ‘bu altta yatan yapılar, bu gözle görülmeyen gizemli şeyler nedir ve nasıl anlaşılabilir’ sorusunun cevabı bilimsel kaygılarımızın uzantısı olarak yaptığımız bir varsayımdır.  Biz doğa ve toplumu bilimsel olarak açıklayabilmek ‘bu varsa böyle olur’ diyebilmek için bu ‘bilinmeyen’ ‘gözlemlenemeyen’ yapı ve mekanizmalara bir gerçeklik atfederiz.

İkincisi, demek ki bilim gerçekçi bir pratik öngörüyor. Bu ise Uİ açısından bakıldığında eleştirel gerçekçiliğin hem pozitivizmden (Bhaskar bunu ampirik gerçekçilik olarak adlandırıyor) hem de post-pozitivist düşünsellik ve yorumsalcılıktan (Bhaskar’ın terimiyle aşkın idealizm) farklı bir anlayışı olduğunu gösteriyor.5 Çok basit olarak, pozitivizm bilginin olasılığını bir nesnenin duyumlanabilmesine (ampirisizm), varlığı ise gözlemlenebilmesine bağlar. Yorumsalcılık ise dünya sanki biz düşünmeye başlayınca ortaya çıkmış gibi6 bilgiyi insanların inanç, ümit ve beklentilerine indirger. Eleştirel gerçekçilik açısından hem positivizm hem de yorumsalcılık ontolojiyi epistemolojiye indirgemekte ve Bhaskar’ın epistemik yanılgı adını verdiği  tuzağa düşmektedir: gerçek, ya duyumlara ya da düşüncelere indirgenmektedir.  Yüzyıllar süren bu klasik anlayışa karşı Bhaskar aşağıda da inceleneceği gibi ontolojik bir gerçekçilik benimser. Ontolojik gerçekçilik dünyanın sadece bizim duyum ve düşüncelerimizden oluşmadığı, bizim dışımızda bir gerçeklik olduğu anlayışıdır. Nitekim eleştirel gerçekçiliğin temeli epistemoloji yerine ontolojinin önceliğidir: Bhaskar’a göre  ‘bilişsel olanakları belirleyen nesnelerin tabiatıdır’.7 Bhaskar’a göre dünya bizim duyumlarımızla algıladığımızdan çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir; bilgi duyumlardan ya da  (Hume’dan sonra Kant’ın ileri sürdüğü gibi) aklın sentetik işlemlerinden değil bağımsız olarak var olan nedensel mekanizmaların (altta yatan, görülmeyen yapılar)  işleyişi sonucu ortaya çıkar.

Eleştirel Gerçekçiliğin Temel İlkeleri

Bhaskar’ın eleştirel gerçekçi anlayışını üç ayrı temel ilke etrafında özetleyebiliriz: ontolojik gerçekçilik (ontological realism), epistemolojik görecelik (epistemological relativism), yargısal ussallık (judgemental rationality).

Ontolojik gerçekçilik konumuzla en ilgili olan kısımdır. Şayet gerçek sadece duyumlarımızdan ya da düşüncelerimizden oluşmuyorsa, öyleyse gerçeğin başka boyutları da olması gerekir. Ontolojik gerçekçilik ile Bhaskar zihinden ve insan müdahalesinden bağımsız bir gerçeklik olduğunu ifade eder. Bhaskar’a göre  bizim dışımızdaki bu ‘bilgi nesneleri’ ‘yapılar, mekanizmalar ve süreçler, olaylar ve dünyanın olanakları’dır.8 Nitekim Bhaskar’a göre gerçek, birbirleriyle hiyerarşik ilişkide bulunan dikey bir ontolojik alandan oluşur. Bu düz bir ontoloji anlayışının sorunlu olduğunu9 ve derinliği olan bir ontoloji varsaymamızı gerektirir.  Zihinden bağımsız bir dünya olması sorusu felsefenin en tartışmalı konularından birisidir. Bu felsefi açıdan dualist10 bir yaklaşımdır; yani zihin-beden karşıtlığını temel alır ve zihnimizden bağımsız bir gerçeklik olduğunu ifade eder.  En uç noktada etrafımızdaki her şeyi Tanrı yarattı diyebilirsiniz. Bu da insanın dışındaki bir gerçekliğe atıfta bulunur ki bu da nihai olarak felsefi düalizmi gündeme getirir.  Pozitivistlerin de benzer iddiaları vardır. Pozitivistlere göre duyumlara nesne olmayan bir şeyin var olduğu söylenemez.  Buna kısaca şu itirazda bulunabiliriz: Örneğin biz bilmeden önce de atomlar yok muydu? Atomlarla ilgili bilgimiz olmadan önce de atom ve parçalanma potansiyeli mevcut idi. Biz bunu çok sonra öğrendik.  Bunun toplum bilim açısından anlamı, toplumsal dünyanın kişilerin düşünce ve eylemlerine indirgenemez olmasıdır. Bu nedenle hem doğal, hem de toplumsal olgularla ilgili olarak, realizm ontolojik bir katmanlığı ya da ‘derinliği’ savunmaktadır.  Derinlik gerçekçiliği açısından, duyumlanabilen ya da duyumlanmadığı halde gerçekleşen olaylar altta yatan nedensel mekanizmaların veya yapıların sonuçlarıdır. Bu yapıların gerçek ya da potansiyel olarak nedensel etki ve sonuçları vardır. Bu nedenle bu yapılar ampirik olarak gözlemlenemese de gerçek kabul edilir.  Ayrıca her mekanizmanın daha derin düzeydeki bir yapının ürünü olduğu varsayılır. Bu derinlik ve katmanlaşma olgusu, epistemik yanılgıyı da – her şey benim duyumladığım kadardır; benim dışımda bir şey yoktur diye ifade edilen solipsist anlayış- engellemiş olmaktadır.

Bu anlatılanlardan şu sonuçlara varabiliriz. Altta yatan mekanizma ve yapıları açıklama çabalarımızın tamamen doğru olduğunu ya da değiştirilemez olduğunu iddia etmeden de gerçekçi olabiliriz. Zira yeni gerçeklik mekanizmaları ve yapıları ortaya çıkardıkça eski bilgimizi de revize etme olasılığı ortaya çıkmaktadır. Yani ontolojik yapılarla ilgili olarak gerçekçilik mutlak bir bilgi biçimi anlamına gelmemektedir.

Bhaskar’a göre ontolojik katmanlaşma üç ayrı kategoriden oluşur: gerçek, edimsel ve duyumsal.  Bhaskar bu katmanları ayrıca transitif ve intransitif olarak tasnif eder. Gerçek intransitif  katmanı, edimsel ve duyumsal olan ise transitif katmanı oluşturur. Gerçek en geniş kategoridir; açıklanması gereken altta yatan yapı ve mekanizmaları ifade eder. Bu katman sonuçlara yol açabilecek belli güçlerden oluşur ve bu güçler henüz kendilerini ortaya koymamış olabilirler.  Edimsel olan ister duyumlanmış olsun ister olmasın bu güçlerin ortaya çıkardığı olayların alanıdır. Ampirik olan ise en sınırlı olan katmandır ve sadece duyumlardan oluşur.  Bu katmanlaşma şunu ifade eder. Bir kere her altta yatan güçlerin ifade edilmesi zorunlu değildir. Yani güçler potansiyel olarak da var olabilirler. Bu nedenle belli olaylar ortaya çıkmaz. Olaylar çıksa da bunları duyumlayamayabiliriz ki bu varlığın pozitivist kriteri olarak algılamanın zorunlu olduğu fikrinin yadsımasıdır.

Epistemolojik görecilik ile bilimsel bilginin ‘göreci’ olduğu ifade edilir.  Bilim adamları, mevcut paradigmalar, teoriler, kavramlar, modeller, araştırma teknikleri ile çalışırlar. Yani bilim (hakikat) transitif boyuttadır ve  birikmiş mevcut kuram bilgisini içerir.  İntransitif mekanizmalar ancak bu transitif malzemeler aracılığı ile bilinebilir.  Ancak bilim insanlarının bilinçli eylemleri sonucu bilim de değişir.11 Yeni paradigmalar, kavramlar, teoriler ortaya çıkabilir. Bilim adamları bilişsel çerçevelerini yeni  belirledikleri intransitif  katmanı yansıtacak şekilde değiştirirler.  Yani varlık ya da var olan bilime indirgenemez. Bu nedenle eleştirel gerçekçiler, mutlak hakikate değil, göreci hakikate inanırlar. Bilimin ilerleyici dinamiği ise daha derin yapıların açıklamasından oluşur.  Bilimsel ilerleme belirlenen bir nedensel mekanizmanın kendisinin açıklanması gereken bir olgu olması sürecidir.  Nedensellik de pozitivizmde olduğu gibi olayların ampirik olarak gözlemlenip nedensel yasaların çıkarılması değil, olayları ve duyumları yöneten yapı ve mekanizmaların ortaya çıkarılmasıdır. Bir mekanizma, bir süreci yeniden üreten bir yapıdır (işgücünün sömürülmesi, hegemonik projeler) ve bir mekanizmanın varlığı ile ilgili olarak bunların etkilerini gözlemleyerek çıkarım yaparız. İşte bilimsel gelişme explananların (açıklananların) tekrar tekrar explanandum (açıklanacak şey) haline gelmesi sürecidir. Önce bir explanandum keşfedilir. Retrodüktif bir argümanla12 bununla ilgili açıklamalar ortaya konulur. Birbirleriyle rekabet eden açıklamalar tasfiye edilir. Ve altta yatan nedensel bir mekanizma şeklinde bir explanan belirlenir ve toplam kuramsal çerçeveyle ilgili düzeltmeler yapılır. Eleştirel gerçekçi felsefeye göre,  toplum teorisinin gerçekleşebilmesi de bizim kavramsallaştırmamızdan bağımsız gerçek toplumsal yapılar ve sistemler sayesinde mümkündür. Olaylar görülebilir ancak toplumsal mekanizmaları göremeyiz: bunları teori ve soyutlama yoluyla ortaya çıkarırız.

Yargısal ussallık  ile Bhaskar rekabet eden teoriler arasındaki seçimin rasyonel bir süreç olduğunu ifade etmektedir. Bu seçimler (Kuhn’dan farklı olarak) alternatif açıklamaların görecili açıklama gücü temelinde yapılır.  Bilim rastgele değildir; bazı teorilerin daha iyi ve daha açıklayıcı olarak görülmesini mümkün kılan ussal kriterler vardır. Toplumsal dünyayı anlayabilmek ve değiştirebilmek olay ve söylemleri ortaya çıkaran yapıların belirlenmesi ile mümkündür.  Bütün bilgi, bilimsel bilgi  dahil, yanlışlanabilir. Bu hakikat değerinin tarihsel veya kültürel olması nedeniyle söz konusu olan bir görecilik değildir. Bilimsel açıklamalar en derin düzeyde hakikatı temsil ederler. Burada söz konusu olan, hakikat olarak kabul ettiğimiz şeyin değişebileceğidir, yoksa onun tarihsel veya kültürel olarak belirlenmesi olayı değildir.  Öyle ise bir teori Ta’nın, Tb’ye tercih edilmesi Ta’nın kendi betimlemeleri altında Tb’nin kendi betimlemeleri altındaki bütün olguları ve bir de ek olarak Tb’nın açıklayamadığı önemli olguları açıklamasıdır.

***

Sonuç olarak şunun altını çizebiliriz. Altta yatan yapı kavramı eleştirel gerçekçilikte açıklayıcı ve eleştirel bir işlev görmekte olup eleştirel gerçekçiliğin bilimsel anlayışının uzantısı olarak tanımlanan bir yapı kavramıdır. Bu kavram pozitivist anlayışın gözlemlenebilir düzenlilikler olarak tanımladıkları yapı kavramından farklıdır. Zaten pozitivistlerin varlığını ileri sürdükleri bu tür düzenlilikleri toplumsal yaşamda elde etmek olanaksızdır.  Doğu bilimlerinde bile bunlar ancak yapay labrotuar koşullarında elde edilir.  Eleştirel gerçekçilikteki altta yatan yapı kavramı toplumsal gerçekliğin derinliğini ve dinamiğini açıklamaya yöneliktir.  Mümkün kıldığı açıklayıcı eleştiri yolu ile yani belli olay ve kurumları ortaya çıkaran mekanizmaları/yapıları ortaya çıkararak, aynı zamanda bunların toplumsal davranış üzerine olan rol ve etkilerinin bir eleştirisini sağlamaktadır. Toplum bilim sadece üyeleri tarafından görülen dünyanın bir tanımlamasını yapmakla yetinmemeli, aynı zamanda üyelerinin bu dünya ile ilgili olarak yeterli bir anlayışı olup olmadığını, ve bu yok ise, bunun nedenlerini de açıklamakla yükümlüdür. Eleştirel gerçekçiliğin toplum bilimlerine bu yönde çok önemli katkıları bulunmaktadır.